KAMBRİYEN İÇİN ÜRETTİKLERİ HAYALİ SENARYOLAR
Kambriyen patlamasının çapı ve öneminin anlaşıldığı süreç, aynı zamanda
evrimciler için büyük bir bilmecenin ortaya çıktığı bir süreç olmuştur.
Ünlü bilim dergisi Trends in Genetics (TIG), Şubat
1999 tarihli sayısında bu konuyu ele almış ve Burgess Shale’deki fosil
bulgularının, evrim teorisine göre bir türlü açıklanamadığını kabul
etmiştir:
Küçük bir mekanda bulunmuş olan bu
fosillerin, evrim biyolojisindeki bu büyük sorunla ilgili hararetli
tartışmanın tam merkezinde yer alması oldukça garip gözükebilir. Fakat
bu tartışmalara neden olan şey, Kambriyen devrinde yaşayan hayvanların, fosil kayıtlarında şaşırtıcı bir bollukta ve birdenbire belirmeleridir. Radyometrik
tarihlendirmelerin daha kesin sonuçları ya da giderek artan yeni fosil
bulguları ise, sadece bu biyolojik devrimin aniliğini ve alanını
keskinleştirmiştir. Yeryüzünün yaşam potasındaki bu değişimin büyüklüğü
bir açıklama gerektirmektedir. Şu ana kadarbirçok tez ileri sürülmüş olsa da, genel fikir hiçbirinin ikna edici olmadığıdır.”127
|
Burgess Shale fosillerinden birkaçı. Evrim destekçileri, bu özel canlıların varlığını açıklamak için bilim dışı teoriler geliştirmeye başladılar. |
Kambriyen kayalıklarında ortaya çıkan canlılar ve
uzmanların bu canlılar üzerinde yaptıkları araştırmalar, her detayıyla
evrimsel bir sürecin yaşanmadığını ortaya koyar niteliktedir. Bu gerçek,
Darwin de dahil olmak üzere, tüm evrimcileri yoğun bir paniğe
sürüklemiş ve onları, şimdiye kadar savundukları tüm iddiaları tekrar
gözden geçirmek zorunda bırakmıştır.
Kambriyen’deki bu ani çıkışı beklemeyen
Darwinistlerin bir kısmı, savundukları teoriden şüphelenmeye başladılar.
Bir kısmı da, bu deliller ile artık kesin olarak yalanlanmış olan evrim
teorisini ayakta tutma çabasına giriştiler. Bu çabanın sonucunda,
birbirinden tümüyle farklı, hiçbir tutarlılığı olmayan, hiçbir bilimsel
delile dayanmayan, hiçbir şekilde akla ve mantığa uymayan birbirinden
abartılı ve saçma teoriler ürettiler. Amaç, uzun yıllar yok saydıkları,
fakat delillerin çokluğu nedeniyle kabul etmek zorunda kaldıkları
Kambriyen patlamasına evrimi bir şekilde dahil edebilmekti. Zooloji,
popülasyon genetiği, moleküler ve hücre biyolojisi konularında uzmanlığı
olan ve yaratılışı savunan bilim adamlarından Dr. Raymond G. Bohlin, bu
şaşırtıcı ve boş çabayı şu şekilde anlatıyordu:
O halde bu canlıların evrimlerinin
uzun tarihinin kanıtları nerede? Buna verilen alışılmış cevap Kambriyen
devrinden öncesine ait bulunması gereken fosil tabakalarının henüz
keşfedilmemiş olduğu idi. Fosiller sadece kayıptı! Ne kadar da uygun!
Sonuçta bu, Darwin’in ve onu takip eden pek çok evrimcinin bahanesiydi.
Ancak Kanada, Grönland, Çin, Sibirya ve Namibia’daki son keşiflerle,
jeolojik bir an içinde meydana gelen söz konusu biyolojik yaratıcılık
döneminin tüm dünyayı sarmış olduğu anlaşıldı. Bu durumda her zaman
kullanılan bahanenin artık tutar yanı kalmamaktaydı. Evrimciler,
yaratılışı savunan değişim dalgalarına katılmadıkları için, evrimsel
değişimlerin doğası ile ilgili zor sorular sormaya zorlanmaktalardı. (…)
Darwinizm her zaman, bizim zaman algımız dahilinde idrak edilemeyecek
kadar ağır bir aşamalı değişim şeklinde ifade edilirdi. Evrim teorisi,
büyük evrimsel değişikliklerin sadece, türler ve büyük gruplar
arasındaki ara formların sayılarını ve tiplerini belirleyen fosillere
baktığımızda görülebileceğini iddia ediyordu. Ama Kambriyen patlaması aşamalarla oluşum dışında her şeydi ve tanımlanamayan ara formlar tamamen kayıptı.128
|
Dr. Ray Bohlin |
Evrimciler gerçekten de bu konuyla ilgili bütün hayal
ürünü olasılıkları dile getirdiler. Fakat çok büyük bir hata
yapıyorlardı. Teorilerini üretirken, bu canlıların “evrim
geçirmediklerine” ihtimal vermiyorlardı (veya ihtimal veriyor fakat bunu
kabul etmek istemiyorlardı). Onların “yaratıldıkları”, Allah’ın emri
ile orada, o anda var olduklarını düşünmüyorlardı. Her şeyi kusursuz
şekilde ve bir düzen içinde yaratan Allah’ın bu mükemmel canlı
sisteminde de kusursuzluk ve bir düzen yarattığını fark edemiyorlardı.
Onların, başka hiçbir açıklamaya izin vermeyecek derecede mükemmel ve
hiçbir tartışmaya gerek bırakmayacak düzeyde sistemli yaratıldıklarını
hesap edemiyorlardı. Oysa Allah, bu gerçeği bundan yaklaşık 1400 yıl
önce indirdiği Kuran ile bildirmişti:
O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir
biçimde) kusursuzca var edendir, ‘şekil ve suret’ verendir. En güzel
isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih
etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)
İşte Kambriyen patlamasına “evrimsel açıklama”
niteliğinde öne sürülen teorilerin çıkış noktası, yaratılış gerçeğine
karşı olan bu itirazdı. Burada bu teorileri inceleyip açıklamamızın
nedeni, evrimcilerin, bu büyük yaratılış harikası karşısında düştükleri
zor durumu gözler önüne sermek, nasıl çözümsüz kaldıklarını tarif
edebilmektir. Geliştirdikleri teorilerin ne kadar boş ve saçma temellere
dayandığını gösterebilmektir. Evrimcilerin, Allah’ın kusursuz yaratışı
karşısında her zaman olduğu gibi ne kadar büyük bir açmaza girdiklerini
bir kez daha ortaya koymaktır.
Evrimciler, ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, ne
kadar çaba gösterirlerse göstersinler, evreni ve tüm canlıları Allah’ın
yarattığı gerçeği sürekli olarak karşılarına çıkacaktır. Ve Allah’ın
kurduğu düzende daima bir kusursuzluk hakim olduğundan, yaratılış
gerçeği dışında öne sürdükleri tüm açıklamalar da sürekli olarak
bilimsel bulgularla yalanlanacaktır. Bunlar daima temelsiz ve desteksiz
kalacak, evrimi ayakta tutmak adına öne sürülen her teori gibi, onlar da
mutlaka geçersiz kalacaktır.
Kartopu Dünya Teorisi
Kartopu Dünya Teorisi
Kartopu Dünya teorisi, Kambriyen patlamasının evrim
teorisinde meydana getirdiği onarılması imkansız hasarı örtbas etmek,
dikkatleri bundan uzaklaştırmak için kullanılan bir kılıf gibidir. Teori
aslen yeryüzünün eski jeolojik devirlerde çok yoğun buzul çağlarından
geçtiğini iddia etmektedir. Teoriyi savunan bilim adamları, günümüzden
750 ila 590 milyon yıl önceki dönemde, her biri 10 milyon yıl kadar
süren buz çağları yaşandığını, kalınlığı 1 km’ye varan buzulların
ekvatora kadar inerek dünyayı bir kartopuna dönüştürdüğünü iddia
etmektedirler. 1960′lı yıllardan beri tartışılmakta olan teori, Harvard
Üniversitesi’nden biyolog Paul Hoffman ve Dan Schrag tarafından 1990′lı
yıllarda daha da geliştirilmiştir. Bu iddiaya göre, Prekambriyen’de,
kutuplardan ekvatora kadar tüm yeryüzü, istisnasız “her yer” buz katmanı
ile örtülüydü. Sıcaklık yeryüzünün tümünde -4000C’ydi. Tropik
bölgelerde, hatta ekvatorda bile. Yine iddiaya göre, son buzul çağı,
10-20 milyon yıl boyunca varlığını devam ettirmişti.
Evrimcilerin Kambriyen canlılarının hayali evrimsel
oluşumuna bir kılıf gibi kullanmaya çalıştığı iddia ise bundan
sonrasıyla ilgiliydi. İddiaya göre bu buzul çağının sonunda aniden
global ısınma başgöstermiş ve tüm buzlar erimişti. Yeryüzü bu döneme
girmeden önce var olan yaşam formları tek hücrelilerden ibaretti. Sonra
her nasılsa, birbirinden eşsiz, mükemmel ve kompleks çok hücreli
canlılar eriyen buzulların arasında bir anda evrimleşivermişti!
Ve buzlar sıcaktan erimeye
başlayınca, teorisyenler bu erime işleminin oldukça hızlı olması
gerektiğini ve bu işlemin tamamlanmasının en az 100 milyon yıl sürmesi
gerektiğini öne sürdüler. Denizlerde sıcaklıkların artması sonucunda,
bugün hem kapsama alanı bakımından hem de sertlik açısından bizim
gördüğümüz hiçbir şeye benzemeyen tayfunlar ve büyük kasırgalar meydana
gelmeliydi. Hava çılgına dönmeliydi. Fırtınalar yüzyıllar boyunca
sürebilirdi. Fotosentetik siyano bakteriler hızlıca açık havaya ısı
yaymaya başladı. Kalın buzların olmadığı sığ sahillere ısı yaydı ve tüm
ekosistemi ısısı ile birlikte taşıdı. Böylelikle, Kambriyen patlamasında
gördüğümüz evrimsel bir adaptasyon patlaması meydana geldi.129
Kartopu Dünya teorisinde ortaya atılan böylesine
büyük bir sözde donma olayı, evrimci bilim adamlarını heyecanlandırmıştı
ama bunun sadece teoriden ibaret olduğunun hepsi farkındaydı. Böyle bir
donma olayı olmuş olsa bile, bunun artık bir geri dönüşünün olması
mümkün olmazdı. Bu dondurucu etki, Dünya’nın sonsuza kadar ıssız bir yer
olarak kalmış olmasını gerektiriyordu. Mevcut tüm yaşamı ortadan
kaldırmalı ve insan da dahil olmak üzere, hiçbir canlının gelişimine
olanak vermemeliydi. Nitekim, New Scientistdergisinin 12 Nisan
2003 tarihli sayısında, bu sözde büyük donma olayında bakteri veya
alglerin varlıklarını sürdürmüş olup olmayacakları sorusu ile ilgili
olarak New Hampshire’daki Dartmouth Üniversitesi’nden Kevin Peterson’un
şu sözlerine yer verilmiştir:
Bunun için imkansız diyemem. Yaşam
hakkında konuşurken hiçbir zaman ‘imkansız’ diyemezsiniz, çünkü oralarda
bir yerlerde sizi yalanlayacak bakteriler mutlaka vardır. Ama bu
örnekte bunun olması oldukça zor. Tüm Dünya’yı dondurup ardından yaşamın ayakta kalmasını bekleyemezsiniz.130
|
“Yaşam hakkında konuşurken hiçbir zaman ‘imkansız’ diyemezsiniz, çünkü oralarda bir yerlerde sizi yalanlayacak bakteriler mutlaka vardır. Ama bu örnekte (kartopu haline gelmiş Dünya’da) bunun olması oldukça zor. Tüm Dünya’yı dondurup ardından yaşamın ayakta kalmasını bekleyemezsiniz.” Kevin Peterson |
Burada ortaya atılan “evrimsel adaptasyon patlaması”
ifadesi ise, tamamen içi boş bir laftan ibaretti. Değişen iklim
koşullarıyla tek hücrelilerin çok hücrelilere dönüşümü senaryosu
arasında bağlantı olarak öne sürülebilecek hiçbir bilimsel dayanak
yoktu. Bu yüzden evrimciler, hangi hayali evrimsel mekanizmaların hangi
aşamalarla devreye girerek 50 farklı filumu meydana getirmiş olabileceği
konusuna hiç değinmemişlerdi.
Örneğin, eriyen buzullar nasıl olup da tek hücreli
canlıların DNA’sına yeni genetik bilgi eklemişti? Tek hücreli
organizmanın DNA’sı iklim koşullarının meydana getirdiği hangi etkiyle
göz, bacak, anten gibi kompleks organların genetik bilgisini kazanmıştı?
Bu senaryoyu destekleyen deneysel kanıtlar nelerdi? Örneğin laboratuvar
ortamında çok düşük ısılarda bekletilen bakterilerin, yeni genler
kazanarak bir çok hücreliye dönüştüğü gözlemlenmiş miydi?
Bunlar evrimciler için açıklamasızdır. “Nasıl olduysa
oldu, iklim koşulları değişince yepyeni ve çok daha kompleks canlılar
aniden evrimleşti” tipinde masallarla konuyu geçiştirmeye çalışmalarının
sebebi de budur.
Kartopu Dünya teorisi ile Kambriyen patlaması
arasında bilimsel olarak hiçbir sebep-sonuç ilişkisi bulunmamaktadır.
İkisi arasında sadece zamansal bir bağlantı vardır. İkincisi,
evrimcilerin iddia ettikleri birinci olaydan sonra meydana gelmiştir, o
kadar.
Kısacası Kartopu Dünya teorisiyle çok hücrelilerin
kökeni arasında bağlantı kurma çabası hiçbir bilimsel dayanağı olmayan
bir çabadır. Bunu destekleyen evrimciler, körü körüne bir inancın
takipçisidirler. Nitekim BBC internet sayfasında konuyla ilgili
yayınlanan bir makalede yer verilen şu sözler bunun göstergesidir:
Teorinin lehine kullanılabilecek
birkaç ümit verici delilden söz edilebilir ama problem şu ki, bu
deliller ve Kartopu Dünya teorisi, doğa kanunlarına baş kaldırmaktadır.131
Elbette doğa kanunlarına başkaldıran sözde delilleri
izleyerek Kartopu Dünya teorisinin peşinden gitmek, akılcı bir davranış
olamaz. Akılcı olan davranış, bu teorinin hiçbir bilimsel dayanak
olmaksızın, ideolojik olarak savunulan bir masal olduğunu görmek,
canlıların gerçek kökeninin ise Allah’ın kusursuz yaratması olduğunu
kabul etmektir.
|
Kartopu Dünya teorisi, yeryüzündeki ani canlı çeşitliliğini evrim yoluyla açıklayabilmek için ortaya atılmış teorilerden biriydi. Buna göre, günümüzden 750 ila 590 milyon yıl önceki dönemde, her biri 10 milyon yıl kadar süren buz çağları yaşanmıştı. Kalınlığı 1 km’ye varan buzulların ekvatora kadar inerek Dünya’yı bir kartopuna dönüştürdüğü iddia ediliyordu. İddiaya göre, bu buzul çağının sonunda aniden global ısınma başgöstermiş ve tüm buzlar erimişti. Bu ani değişiklik, her nasılsa birbirinden farklı canlıların aniden belirmelerinin sebebi olmuştu. Canlıların nasıl meydana geldikleri konusunda hiçbir bilimsel delil getiremeyen, sayısız imkansızlıklarla dolu olan bu teori, söz konusu evrimi açıklayamadığı gibi, Kambriyen patlaması ile büyük bir zaman farkı da ortaya koyuyordu. |
Bir evrim taraftarı olan ve Kartopu Dünya isimli kitabı ile bu teoriyi benimsetmeye çalışan Princeton Üniversitesi bilim yazarlarından Gabrielle Walker, New Scientist dergisine yazdığı makalede ve kitabında bu konuyla ilgili olarak şunları söylüyordu:
Var olan alternatif hikayelerin
hiçbiri, en dramatik evrimsel buluşlardan birini açıklayamıyordu – tek
hücrelilerden çok hücrelilere geçişi. (.) Kartopu fikrindeki problem,
Kambriyen patlamasının yaklaşık 545 milyon yıl önce meydana gelmiş
olmasıdır. Buna göre, Kartopu sona erdikten sonra 45 milyon yıl
geçmiştir. Bu süre, elde yanmış bir kibrit ile oturup patlamanın
gerçekleşmesini beklemek için çok çok uzun bir süredir. Bunu Paul
(Hoffman) bile itiraf etmektedir.132
|
Yeryüzünde eğer, Kartopu Dünya teorisyenlerinin iddia ettikleri gibi bir donma olayı olmuş olsa bile, bunun artık geri dönüşünün olması mümkün olmazdı. Bu dondurucu etki, Dünya’nın sonsuza kadar ıssız bir yer olarak kalmış olmasını gerektiriyordu. Yeryüzünde daha önce var olmayan canlıların hayali bir evrim sorucunda aniden belirmelerini değil… |
Elbette tek sorun “zaman” değildir. Oxford Üniversitesi Zooloji bölümünden Andrew Parker, In the Blink of An Eye (Bir Göz Kırpmasıyla) adlı kitabında Kartopu Dünya iddiasının geçersizliğini şu şekilde ilan eder:
(Bu fikir) Evrim sürecinin baştan
itibaren önceden belirlenmiş olduğunu varsayıyor. Prekambriyen dönemine
ait tüm hayvan filumlarının, solucan şeklindeki canlılarının, Kambriyen
formlarına dönüşmek için can attıkları ama buzun onları oldukları halde
tuttuğu gibi bir durumla karşı karşıya bırakılıyoruz. Daha sonra, buz
eriyor ve tekrar evrimin devreye girme vakti geliyor. Bu objektif bir
görüş değil. Daha önce değerlendirdiğimiz gibi, neden düzgün bir solucan
şekli değişmek zorunda? Eğer evrim süreci daha önceden belirlenmişse,
neden buzun altındaki suyun içinde de devam etmedi? Kambriyen
patlamasının nedenleri ile ilgili bu zorlukla ortaya atılan açıklama
üzerindeki ikinci en büyük şüphe rakamların tutarsız olmasıdır.
Kambriyen patlaması 543 ve 538 milyon yıl önce gerçekleşti. En son
Kartopu olayı ise en geç 575 milyon yıl önce sona erdi. Dolayısıyla bu
iki olay arasında en az 32 milyon yıllık bir fark vardır. Bu bir
gerçektir. Tüm bunların sonucunda Prekambriyen Kartopu olayının
Prekambriyen dalgalanmasında büyük rol oynama ihtimali olsa da, bu olay
Kambriyen patlamasını açıklayamamaktadır.133
Andrew Parker, bir evrimci olmasına rağmen, Kartopu
iddiasındaki çelişkileri ve mantık bozukluklarını bu sözlerle açıkça
belirtmekte, böyle bir iddianın pek çok yönden tutarsız olduğunu tüm
detaylarıyla vurgulamaktadır. Kartopu Dünya teorisinin geçersizliği, pek
çok evrimci bilim adamı tarafından ittifakla kabul edilmiş durumdadır.
Kartopu Dünya teorisinin sunduğu sayısız belirsizliği
ortadan kaldırabilmek için alelacele yeni bir teori ortaya atıldı.
Oksijen teorisi, hayali evrimsel kökeni açıklayabilmek için bazı
evrimciler tarafından sözde cankurtaran gibi görüldü.
Oksijen Teorisi
Kompleks canlıların, yemeklerini
enerjiye çevirmek için çeşitli yollara ihtiyaçları vardır ve oksijenli
solunum bunu gerçekleştiren yolların en iyisidir. Dolayısıyla,
evrimcilerin hayali Kartopu Dünya teorisine oksijeni bir şekilde dahil
etmeleri gerekiyordu. Bunun için şu senaryoyu kurguladılar: Milyonlarca
yıl boyunca yaşam birkaç sığınak içinde sınırlı kalmıştı. Bu nedenle
besinler okyanuslarda birikti ve lezzetli bir kimyasal çorbaya dönüştü.
Buzlar erir erimez, okyanuslar bakteri ve alg kolonilerinin faaliyetleri
sonucunda yeşil renge dönüştü. Böylelikle bu canlılar, oksijen açığa
çıkarmış oldular.134
İlk öne sürülen teori oksijen
teorisidir. Kambriyen döneminde atmosferdeki ve okyanuslardaki oksijen
seviyesinin, daha büyük boyutlardaki canlıların ortaya çıkmasını
sağlayacak şekilde aniden kritik bir seviyeye artmış olabileceğini
söylemektedirler. Bu teori ciddi şekilde susturulmuştur çünkü oksijenin ani artışı ile ilgili jeolojik kanıtların olması gerekmektedir.135
Elbette oksijenin ani artışı ile ilgili delillerin
olmayışı, teori için büyük bir sorundur. Ama bu teoriyi öne süren
evrimciler için asıl büyük sorun, oksijenin ani artışının, canlıların
yoktan var olmalarına herhangi bir şey sağlayıp sağlamadığıdır. Bir
canlının oluşup yaşam sürebilmesi için, moleküler düzeyde pek çok şartın
sorunsuz olarak meydana gelmesi, yeryüzü üzerindeki yaşam için gerekli
sayısız dengenin tam olarak yerli yerinde olması gerekmektedir. Ayrıca
tüm bu şartların aynı anda var olması gerekmektedir. Oksijenin varlığı,
canlının hayatta kalabilmesi için gerekli olan milyonlarca sebepten
sadece bir tanesidir ve tek başına varlığı yeterli değildir. Bu iddiada
bulunan Darwinistlerin, canlının tek bir hücresindeki tek bir proteinin
sayısız amino asitinin nasıl doğru sıralama ile bir araya geldiği,
enzimler olmadan DNA’sının nasıl kopyalandığı, hücrelerinin nasıl
çeşitlendiği, kompleks sistemlerinin nasıl ortaya çıktığı ve bunun gibi
daha pek çok soruya cevap bulmaları gerekmektedir. Darwinistler
kendileri de bilmektedirler ki, kompleks bir canlının aniden yeryüzünde
belirip, kompleks sistemleri ile tam ve kusursuz şekilde yaşamına devam
etmesi için oksijenin tek başına varlığı hiçbir şey ifade etmemektedir.
Gerekli olan diğer şartların sözde evrim ile nasıl meydana geldiği
sorusuna ise, Darwinistlerin getirebildikleri tek bir cevap bile yoktur.
Şu bir gerçektir ki, Dünya tarihi boyunca oksijen,
evrim teorisi savunucularının istedikleri zaman istedikleri miktarda
ortaya çıkmış olsa da, bu durum yine onlara herhangi bir şey
kazandırmayacaktır. Yaşam için tüm olanaklar sağlansa, hatta yaşamın
temelini oluşturan tüm elementler, amino asitler de dahil olmak üzere
bir araya getirilse, bunlara istenildiği miktarda ve istenildiği hızda
oksijen tatbik edilse, yine yaşamın varlığına dair hiçbir şey elde
edemeyeceklerdir. Tek bir protein oluşturamayacaklar, var olan tek bir
hücreyi bir başka hücreye dönüştüremeyeceklerdir. Dolayısıyla,
evrimcilerin, Dünya tarihinin bir anında yeryüzünde ani gaz
değişiklikleri olduğu iddiaları, sadece bir göz boyamadır. Zaman kazanma
çabası, toplumu oyalama tekniğidir. Bu konuda yeterli bilgiye sahip
olmayan insanları, yaşamın çeşitlenmesi için oksijen miktarının ani
artmasının yeterli olacağına inandırma gayretidir. Ancak Darwinistlerin
unutmamaları gereken önemli bir nokta vardır: İnsanlar bilinçlendikçe,
bilimsel gerçeklerin farkına vardıkça, bu tip oyalamalar hiçbir işe
yaramamaktadır. İnsanlar, tüm canlı varlıkların Yüce Allah’ın
eşsiz birer eseri olduğunu görmekte ve bilimsel gerçekler bunu her geçen
gün onaylamaktadır. Ve evrimciler bilmelidirler ki, günümüzde bu
bilinçlenme çok daha hızlı bir şekilde artmaktadır.
Modern Sentetik Teori (Neo-Darwinizm)
Modern Sentetik Teori (Neo-Darwinizm)
Bazı evrimciler, Darwin’in parlak fikri olan
Prekambriyen kayalıklarındaki “saklı!” fosillerin bulunamadığına dair
iddianın geçersizliğini görmekte gecikmediler. Darwin’in, en temel
evrimsel mekanizma olarak ortaya attığı “doğal seleksiyon” yoluyla da
herhangi bir şey başarılamadığını kabul etmek zorunda kaldılar. Ancak bu
durum, evrimi temelinden çökerten Kambriyen canlılarının “kökenlerinin”
olmadığı gerçeğine kendilerince bir çözüm bulmalarını gerektiriyordu.
İşte bu nedenle, delillere değil, yine tümüyle delilsizliğe dayanan bir
başka iddia ortaya attılar. Bu teori, Darwin’in öne sürdüğü “aşamalı
evrim” modelinin çaresizliğini görmüş ve buna alternatif olarak çok daha
büyük bir çaresizlik örneği şeklinde ortaya atılmış olan neo-Darwinizm
yani Modern Sentetik Teori idi.
1941 yılında Amerikan Jeoloji Derneği’nin düzenlediği
bir toplantıda bir araya gelen bir grup bilim adamı, Darwinizm mantığı
ile genetik bilimini bir şekilde uzlaştıracak bir yol aradılar. G.
Ledyard Stebbins ve Theodosius Dobzhansky gibi genetikçilerin, Ernst
Mayr ve Julian Huxley gibi zoologların, George Gaylord Simpson ve Glen
L. Jepsen gibi paleontologların uzun tartışmalar sonucunda vardıkları
sonuç, genetik kanunlarının ortaya koyduğu “genetik sabitlik” gerçeğine
karşı, Hollandalı botanikçi Hugo de Vries tarafından yüzyılın başında
ortaya atılan “mutasyon” kavramını kullanmaktı. Mutasyonlar, radyasyon
gibi çeşitli dış faktörlerin etkisi ile canlıların kalıtım
mekanizmalarında meydana gelen bozukluklardı.
Amerikan Jeoloji Derneği’nde toplanan bilim adamları
söz konusu mutasyon kavramını benimsediler ve Darwin’in Lamarck’a
dayanarak cevaplamaya çalıştığı “canlıları geliştiren yararlı
değişikliklerin kaynağı nedir?” sorusuna, “rastgele mutasyonlar”
cevabını verdiler.
Büyük görüşmeler, konferanslar, toplantılar sonucunda
bu kararı alan evrimci bilim adamlarının ihmal ettikleri veya ihmal
etmeyi tercih ettikleri gerçek ise şuydu: Mutasyonların canlıların
genetik bilgisini değiştirdikleri doğruydu, ama bu değişim daima olumsuz
yönde oluyordu. Mutasyonlar, evrimcilerin iddia ettikleri gibi bir
canlıyı geliştirmiyor, aksine mevcut yapılara zarar veriyordu. Bir
mutasyonun “fayda” getirdiğine dair herhangi bir delil yoktu,
dolayısıyla “evrimleştirici” yani “geliştirici” etkisi üzerine yapılan
tüm spekülasyonlar sahteydi. Mutasyonlar, büyük ölçüde zararlı, nadiren
de etkisiz olan olaylardı ve bu gerçek hayali evrimin en önemli hayali
mekanizmalarından birini tamamen geçersiz kılmaya yetiyordu.
Ancak bu gerçek, neo-Darwinistleri engellemedi. Tüm
canlılığın, tek bir hücreden, rastgele meydana gelen ve her nasılsa
genellikle fayda getiren mutasyonlarla, şu an görüp bildiğimiz
olağanüstü kompleksliğe sahip şekle dönüştüğü ve mükemmel görünümünü
aldığı senaryosunu öne sürdüler. Bunu kullanarak, yıllardır hiçbir
açıklama getiremedikleri, tümüyle evrim teorisini yıkıma uğratan
Kambriyen canlılarının da söz konusu mutasyonlarla değişim geçirerek
oluştukları açıklamasının arkasına sığındılar.
Öncelikle bugün kabul gören neo-Darwinizm’in,
türlerin oluşumunu açıklamada kullandığı mekanizmalar için gerekli
sayılan süreler çok uzundur. Neo-Darwinizm, türlerin oluşumu için,
canlının gen dizilimlerinde rastgele mutasyonlar sonucunda küçük
değişiklikler biriktiğini ve bu biriken değişikliklerin nesiller sonra,
türlerdeki değişikliklere neden olduğunu iddia eder. Mutasyonların
canlıların genetik bilgisini geliştirmedikleri gerçeği, bu iddiayı en
baştan geçersiz kılmaktadır. Ancak bir an için tamamen spekülatif olan
evrimci iddiayı kabul etsek ve mutasyonların evrimleştirici bir etkisi
olabileceğini varsaysak bile, teori Kambriyen patlaması karşısında yine
de çaresizdir: Kambriyen devrinde ortaya çıkan canlıların bu tür küçük
değişikliklerle bu kadar kısa bir zaman zarfında meydana gelmesi
kesinlikle imkansızdır. Delilsiz ve mantıksız olan bu iddia da
Kambriyen’de ortaya çıkan benzersiz çeşitliliğin sözde evrimi için
hiçbir şey sağlamamaktadır.
|
Neo-Darwinizm, mutasyonların fayda getirecekleri tezi üzerine üretilmiş bir senaryodur. Ancak genetik bilimi, bir mutasyonun fayda getirip, bir canlının kusursuz ve tamamen farklı özelliklere sahip bambaşka bir canlıya dönüştüğünü hiçbir zaman gözlemleyememiştir. Mutasyonların net etkisi zararlıdır. Dolayısıyla neo-Darwinizm, herhangi bir temele dayanmamaktadır ve Kambriyen canlılarının kökenini oluşturduğu iddiası tamamen bir aldatmacadan ibarettir. |
Ancak bunun daha da ötesinde, neo-Darwinizm’in
genetik bilgiye “daima olumlu” yenilikler ekleyerek canlıları kompleks
canlılara evrimleştirdiği iddiası teorinin kendisini geçersiz
kılmaktadır. Neo-Darwinizm, mutasyonların “fayda” getirecekleri tezi
üzerine üretilmiş bir senaryodur. Genetik bilimi, bir mutasyonun fayda
getirip, bir canlının, kusursuz ve tamamen farklı özelliklere sahip
bambaşka bir canlıya dönüşüm gösterdiğini hiçbir zaman
gözlemleyememiştir. Hatta tek bir hücreye fayda getirip onu geliştirmiş
bir mutasyon örneği bile yoktur. Dolayısıyla, teori herhangi bir temele
dayanmamaktadır ve bu teorinin geçersizliği ile birlikte Kambriyen
canlıları ile ilgili olarak öne sürülen iddia da ortadan kalkmış
olmaktadır.
Neo-Darwinizm Kambriyen Gerçeği Karşısında Çıkmazdadır
Neo-Darwinizm Kambriyen Gerçeği Karşısında Çıkmazdadır
Kambriyen canlıları ile ilgili
olarak neo-Darwinizm’in en çıkmazda olduğu konu, aniden ortaya çıkan
müthiş hücre çeşitliliğiydi. Günümüz canlıları üzerinde yapılan
çalışmalar, Prekambriyen’de ortaya çıkan süngerlerin, dört farklı hücre
tipine sahip olmaları gerektiğini ortaya koymuştu.136 Buna
göre, Kambriyen döneminde ortaya çıkan daha kompleks canlıların çok
fazla sayıda ve çok çeşitli hücre tipine gereksinimleri olmalıydı. Çünkü
farklı özellikler ve canlılardaki farklı fonksiyonlar, daima farklı
hücre tiplerinin farklı çalışma şekillerini gerektiriyordu. Yeni hücre
tipleri de, yeni ve özelleşmiş proteinler gerektirmekteydi. Yeni
proteinler de, yeni genetik bilgilere gereksinim duymaktaydı.
Neo-Darwinizm’in ortaya çıkan bu yeni hücre tiplerinin her birinin
oluşumunu açıklaması gerekiyordu.
|
Kambriyen canlılarının ortaya çıkışı, aniden müthiş bir hücre çeşitliliğinin ortaya çıkışı anlamına geliyordu. Prekambriyen’de ortaya çıkan süngerler bile, dört farklı hücre tipine sahip olarak tanımlanmışlardı. Kambriyen’de var olan çok daha kompleks varlıklar ise, kuşkusuz çok daha fazlasına sahiptiler. Ve neo-Darwinistlerin, Kambriyen’de ortaya çıkan bu muazzam çeşitliliğe açıklama getirmeleri gerekiyordu. Ancak neo-Darwinistler, bu hücre tiplerinden bir tanesini bile açıklayamamaktadırlar. |
Moleküler biyologlar son
zamanlarda, en küçük kompleks tek hücreli organizmanın, yaşayabilmek
için 300 ila 500 gene (yaklaşık 318.000 ila 562.000 nükleotide) ihtiyaç
duyacağını hesaplamışlardır. Daha kompleks tek hücreliler 1 milyon
nükleotid gerektirirler. Buna göre, trilobit gibi kompleks bir
arthropodu meydana getirecek gerekli proteinlerin düzenlenebilmesi için
onun katları şeklinde yükselen sayılarda kodlama emirlerinin verilmesi
gerekmektedir. Örneğin, günümüz arthropodlarından meyve sineği Drosophila Melanogaster,
yaklaşık olarak 180 milyon baz DNA çifti gerektirmektedir. Tek bir
hücreden, bir hücre kolonisinin meydana gelmesi, hücre çeşitlerinin çok
ciddi şekilde artması, müthiş bir genetik çeşitliliğin hatasız olarak
meydana gelmesi anlamına gelmektedir.137
Dolayısıyla, tek hücreden çok hücreli canlıların
meydana gelmesi, dev bir genetik bilginin oluşmasını gerektirir. Aynı
zamanda genlerin ürünleri olan proteinlerin müthiş bir organizasyon
içinde düzenlenmelerini de gerektirmektedir. Yeni proteinler, yeni hücre
tipleri gerektirirler. Ve bu yeni proteinler, hücre içindeki yeni
sistemler içinde organize olmalıdırlar. Yeni hücre tipleri, yeni
dokular, organlar ve vücut sistemleri şeklinde düzenlenmelidirler. Bu
durum, tüm vücut planlarının düzenlenmesi şeklinde bir araya gelmeli ve
bir organizmayı, bir trilobiti, bir fili, bir insanı meydana
getirmelidir. Farklı fonksiyonları meydana getiren farklı parçalar, tek
bir organizmanın en mükemmel şekilde yaşamını devam ettirebileceği
şekilde kusursuz olarak organize olmalıdırlar. Bu nedenle evrimcilerin,
Kambriyen döneminde bu aşamalarla ortaya çıkmasını bekledikleri yeni
canlılar, en küçük birimlerinden tüm fonksiyonel özelliklerine kadar
herşeyde hiyerarşik bir organizasyona sahip olmalıdırlar. Olağanüstü
derecede üstün ve fonksiyonel, aynı zamanda tüm parçaları özellikli olan
yepyeni bir düzenlemenin meydana gelmesi ve bunda hiçbir aksama
oluşmaması gerekmektedir.
|
Tek hücreden çok hücreye geçiş, dev bir genetik bilginin oluşması anlamına gelmektedir. Yeni proteinler yeni hücre tipleri şeklinde; yeni hücre tipleri ise yeni dokular, organlar ve vücut sistemleri şeklinde düzenlenmelidirler. Ancak Darwinistler, henüz tek bir proteinin bile tesadüfen ortaya çıkışını açıklayamamışlardır. |
Tek bir hücrede herhangi bir olumlu değişimin,
fonksiyonel farklılaşmanın ve mükemmel bir yapı ve işlev dönüşümünün
açıklamasını yapamamış olan neo-Darwinistler için, çok hücreli Kambriyen
canlılarının oluşumu bir problemdir. Kambriyen patlamasında ortaya
çıkan vücut planlarındaki özel komplekslik, her detayda açıklama
gerektirmektedir. Ve neo-Darwinizm’in bunların hiçbirine getirebildiği
bilimsel bir açıklama yoktur.
Cambridge Üniversitesi, Bilim Tarihi ve Felsefesi
bölümünden Stephen C. Meyer, neo-Darwinistlerin iddialarının çürüklüğünü
ve başarısızlığını şu sözlerle ifade etmektedir:
İkinci senaryoda, neo-Darwinistler
yeni gen ve proteinlerin, daha önce var olan ve proteinleri kodlayan
genetik dizilimdeki sayısız başarılı mutasyon sonucunda meydana
gelebileceklerini tasarladılar. Dawkins’in benzetmesini buraya
uyarlarsak, bu senaryo fonksiyonel bir zirveden yavaş yavaş inip, daha
sonra diğerine tırmanmayı tasarlamaktadır. Ancak hücredeki mutasyon
deneyleri, yeniden zorluklar sunmaktadır. Son deneyler, tek bir kıvrım
ve fonksiyona sahip proteinler tarafından yerleştirilen amino asit
sıralama bölgesini keşfederken bile, pek çok çoklu-pozisyon
değişikliklerinin proteinin fonksiyonunu kaybetmesine neden olduğunu
gösterdi. Elbette bir proteini, tamamen yeni bir yapı ve fonksiyona
sahip diğer bir proteine dönüştürmek, pek çok bölgede oldukça özelleşmiş
değişikliklerin olmasını gerektirmektedir. Gerçekten de, yeni bir
protein meydana getirmek için gerekli olan değişiklik sayısı,
fonksiyonel kayıpları meydana getiren değişikliklerin sayısını
artırmaktadır. Bunu baz alarak, yeni bir fonksiyonu meydana getirmek
için gereken değişikliklerin rastgele aranışı sırasında fonksiyonel
kayıplardan kurtulma ihtimali oldukça düşüktür – ve bu ihtimal, her yeni
gerekli değişiklik ile katlanarak azalmaktadır. Bu nedenle, Axe’in
sonuçlarının gösterdiğine göre, tüm olasılıklarda, yeni proteinlerin
rastgele aranması, yeni fonksiyonel bir proteinin ortaya çıkmasından çok
önce, fonksiyonel kayıp ile sonuçlanacaktır.138
Londra Doğa Tarihi Müzesi paleontologlarından evrimci Richard Fortey, bu gerçeği şu sözlerle açıklamıştır:
Daha eski bir ataya ait bir delil
bulunsa dahi, Kambriyen’in en alt tabakalarında neden o kadar çok
hayvanın, boyut olarak o kadar çok büyüdüğünü ve neden o kadar kısa
sürede kabuk elde ettiğini açıklamak, bir çelişki olarak kalacaktır.140
Bu hayali faydalı mutasyonların gerçekleştiğini
varsaydığımızda bile, evrimcilerin öne sürdüğü ikinci sözde
evrimleştirici mekanizmanın yani doğal seleksiyonun zorluk çıkardığı
gerçeği ortaya çıkar. Yeni hücre tiplerinin, fonksiyonel olabilmek için,
birbirleriyle yakın koordinasyon içinde olmaları gerekmektedir. Bu da
tümüyle bir organı meydana getiren tüm sistemlerin aynı anda hatasız
şekilde var olmalarını gerektirmektedir. Evrimin iddiasına göre,
fonksiyonel avantajlar doğal seleksiyon mekanizması yoluyla seçilirken,
fonksiyonel olmayan proteinler seçilmeyecektir. Dolayısıyla bir
hücrenin, diğer hücrelerle birlikte fonksiyonel bir şekilde işlevini
yerine getirene kadar yok olup gitmiş olması gerekmektedir. Tüm bunlar
elbette, her iki mekanizmanın varlığı durumunda, evrimin hiçbir şekilde
gerçekleşemeyeceğini açıkça gösterir.
Japon bilim adamı Susomo Ohno, Proceedings of the National Academy of Sciences (Ulusal Bilimler Akademisi Yöntemleri) dergisinde bu gerçeği çeşitli hesaplamalarla şöyle açıklar:
Rastgele meydana gelen mutasyon
oranının yılda baz çifti başına 10-9 olduğunu varsayarak ve doğal
seleksiyonun negatif etkilerini de göz önünde bulundurarak, DNA baz
dizilerinde %1′lik bir değişiklik olabilmesi için 10 milyon yıla ihtiyaç
vardır. Evrimsel zamanda ise 6-10 milyon yıl göz kırpması kadar
kısadır. Hayvanlar aleminin neredeyse tüm filumlarının aniden ortaya
çıkışını gösteren Kambriyen patlamasının 6-10 milyon yıllık bir zaman
arasında meydana gelmesinin ise kesinlikle genlerdeki mutasyonlara bağlı
değişimlerle açıklanması mümkün değildir.141
Stasis yani fosil kayıtlarındaki durağanlık da,
neo-Darwinizm’in öngördüğü mutasyonlarla aşamalı evrim modelini
reddetmektedir.(Bkz. www.yasayanfosiller.com) Stasis,
yaşayan canlıların milyonlarca yıl önceki örneklerinin, günümüzdeki
halleriyle fosil kayıtlarında kendisini göstermesi anlamına gelir.
Stasis gerçeğine göre canlılar, fosil kayıtlarında, milyonlarca yıl önce
bıraktıkları kalıntılarla aynı özelliklere sahip olarak günümüzde veya
günümüze yakın tarihlerde ortaya çıkmaktadırlar. Söz konusu fosil
kayıtları, hiçbir ara geçiş örneği vermemekte ve milyonlarca yıl boyunca
hiçbir değişim göstermemektedirler. Bu durum, canlıların evrim
geçirmemiş olduklarını doğrulamakta ve neo-Darwinizm’e en büyük
darbelerden birini oluşturmaktadır. Harvard Üniversitesi Jeoloji
bölümünden evrimci Peter G. Williamson, Nature dergisindeki yazısında bu durumu şu şekilde açıklamıştır.
|
Stasis, yani fosil kayıtlarındaki durağanlık da,
neo-Darwinizm’in öngördüğü mutasyonlarla aşamalı evrim modelini
reddetmektedir. Canlıların pek çoğunun, fosil kayıtlarında milyonlarca
yıl önce bıraktıkları izleri, yaşayan örnekleri ile aynıdır. Aşama aşama
evrimsel gelişimden eser yoktur. Fosil kayıtları, hiçbir ara geçiş
örneği vermemektedir.
|
|
|
30 milyon yıllık kertenkele |
25 milyon yıllık mantis |
|
45-15 milyon yıllık çekirge |
30-25 milyon yıllık termit |
|
45-15 milyon yıllık sivrisinek |
45-15 milyon yıllık sahte akrep ve karıncanın bir ağaç kabuğunda karşılaşıp mücadele ederken fosilleştikleri görülüyor. |
Temel problem morfolojik (yapısal)
stasisdir. Bir teori, ancak teorisyenlerin tahminleri kadar iyidir. Ve
evrimsel sürece ayrıntılı bir açıklama getirme iddiasındaki geleneksel
neo-Darwinizm, şu anda fosil kayıtlarının en çarpıcı gerçeklerinden biri
olarak tanımlanan Dünya’nın her yanına yayılmış uzun süreli morfolojik
stasisi tahmin etme konusunda başarısızlığa düşmüştür.142
Stephen J. Gould’un, neo-Darwinizm’in fosil kayıtları
tarafından desteklenmediğini itiraf etmesinin ardından bu gerçek
karşısında teorinin düştüğü durumu anlatan ifadeleri ise bir ölüm
ilanından farksızdır:
Ders kitaplarında onaylanmış olmakta ısrar etse de, (neo-Darwinizm) fiilen ölmüştür.143
Neo-Darwinizm, ya da diğer adıyla Modern Sentetik
Teori, sadece evrimcilerin karşı karşıya bulunduğu büyük ihtiyaçtan,
delil yokluğundan dolayı ortaya atılmış bir teoridir. Kambriyen
patlamasına bir açıklama getirebilmek, evrimi ayakta tutmak için
senaryolaşmış bir diğer iddia, bir diğer hikayedir. Öyle ki, bazı
evrimciler bile bu iddianın geçersizliği konusunda hemfikirdirler.
Chicago Museum’dan evrimci paleontolog Dr. David Raup, bu gerçeği şu şekilde dile getirmiştir:
“İddialarını 30′ların sonlarında ve
40′larda geliştiren neo-Darwinizm teorisinin bütün yazarları etkilerini
kaybediyorlar… Tahminime göre, bütün bu kavram bir on sene içinde
tamamen reddedilecek ve bunun yerini alacak yeni bir teori planlanacak.
Yeni bir düşünce tarzı her yeri silip süpürecek.”
Kambriyen patlamasının hayali evrimsel kökenine dair
herhangi bir açıklama getiremeyen evrimciler, şu önemli gerçeğin aslında
açıkça farkına varmışlardı: Genetik biliminin ortaya koyduğu
yenilikler, birbirinden olağanüstü derecede farklılık gösteren çeşit
çeşit canlıların, “ortak bir ata”ya sahip olduğu iddiasını tümüyle
geçersiz kılıyordu. Bu durum karşısında evrimciler iddialarını, genetik
bilimine uydurma ihtiyacı duydular. Hox genleri iddiası, bu çabanın
sonunda ortaya atıldı.
Hox (homeobox) genleri, farklı
hayvan gruplarında ortak olarak bulunduğu keşfedilen bir grup gendir.
Bunları diğer genlerden ayıran özellikleri, canlıların vücutlarının
inşasında üstlendikleri merkezi görevdir. Hox genleri, döllenmiş yumurta
hücresinden yetişkinliğe kadar tüm canlı gelişimini kontrol eden; belli
bir organı inşa edecek genlere, ne zaman ve nerede devreye
gireceklerini söyleyen yönetici genlerdir. Hox genleri, embriyo
hücrelerinde vücutta hangi yapıların nerede bulunacaklarını ve bu
nedenle de neye dönüşeceklerini belirleyen genlerdir. Örneğin omuriliği
meydana getirecek olan hücreler, daha ilk embriyonun oluştuğu andan
itibaren, omurilik bölgesine yerleşirler. Gözler için belirlenen
hücreler de, baş kısmındaki yerlerini alırlar. Bu düzen, Hox genlerinde
kodlanmıştır. Hox genlerinin verdiği komutlar, yine Hox genlerinin
ürettiği 60 amino asit dizilimli bir başlatıcı proteinle ulaştırılır. Bu
protein, ilgili genlere bağlanarak onları harekete geçirir. Öte yandan,
herhangi bir organın, örneğin gözün, üretim bilgileri Hox genlerinde
bulunmaz. Onlar sadece bu bilgiyi taşıyan genleri aktif veya pasif hale
geçirmekle yükümlüdürler. Kısacası Hox genleri, sadece belli bir
üretimle ilgili gen grubunu açıp kapatan düğmeler gibidir. Örneğin
memelilerdeki vücut planı, mimarisi, görünüşü ve gelişimi yaklaşık 40
kadar Hox geni ile kontrol edilmektedir.145
Hox genlerinin önemli bir özellikleri, genlerin
kromozom üzerindeki diziliş sıralarının, yine bu genlerin ilgili
oldukları bölgelerin beden üzerindeki dizilimleriyle aynı olmasıdır.
Örneğin bir sineği başından itibaren inceleyecek olursak, bedeninin
çeşitli bölümlerden meydana geldiğini görebiliriz. Baş kısmı, gövde
kısmı ve karın kısmı. Sineğin Homeobox genlerinde, önce kafanın
üretimini yöneten gen, sonra gövdenin üretimini yöneten gen gelir ve
sıra bu şekilde devam eder.
|
Hox genlerinin kromozom üzerindeki diziliş sıraları, yine bu genlerin beden üzerindeki dizilimleriyle aynıdır. Drosophilia meyve sineklerinde bu genlerin yerlerinin değiştirilmesi, kafaları karınlarından çıkan garip canlıların ortaya çıkmalarına sebep olmuştur. Dolayısıyla, bu kompleks yapılarda meydana gelen “bilinçli” bir mutasyonun bile, yıkıcı etkileri olduğu açıktır. Bu gerçek, konuyla ilgili tüm Darwinist iddiaları ortadan kaldırmaktadır. |
Bilim adamları bu dizilimi
keşfettiklerinde Hox genlerinin dizilimleriyle oynamanın canlı üzerinde
ne gibi etkiler ortaya çıkaracağını merak etmiş, bunun için bazı
mutasyon deneyleri gerçekleştirmişlerdir. Drosophilia meyve
sineklerinde bu genlerin yerlerinin değiştirilmesi, kafaları
karınlarından, kolları kafalarından çıkan garip varlıkların ortaya
çıkmalarına neden olmuştur.146
Bu sonuçlar, canlıların ne denli kompleks olduğunu,
bu komplekslik üzerindeki rastlantısal değişimlerin (mutasyonların)
organizma üzerinde kaçınılmaz olarak yıkıcı olduğunu açıkça
göstermiştir. Böylece, Hox mutasyonlarının canlıları başka canlılara
evrimleştirebileceği düşüncesinin bir hayalden ibaret olduğu ortaya
çıkmıştır. Güney Carolina Tıp Üniversitesi Biyokimya ve Moleküler
Biyoloji bölümünden Dr. Christian Schwabe, bu yöndeki sonuçları şöyle
ifade eder:
Homeotik genler gibi kontrol
genleri, fenotipleri* muhtemelen değiştirebilen mutasyonların hedefleri
olabilir. Ancak şu unutulmamalıdır ki, kompleks bir sistemdeki
değişiklikler ne kadar merkezi olursa bunların çevresel etkileri de o
kadar yıkıcı olur. Drosophilia [meyve sineği] genlerinde
meydana getirilen homeotik değişimler, sadece çirkin ve garip
varlıklarla son bulmuştur ve çoğu deneyci, mutasyona uğrattıkları Drosophilialardan bir arı elde etmeyi umut etmemektedirler.147
Valentine’e göre, tıpkı konuşma
dilinin tüm insan kültürünü destekleyecek kadar esnek olması gibi,
genlerin bu dizilimini ifade eden genetik dil de şaşırtıcı hayvan
çeşitliliğinin tamamının sebebi olabilecek kadar temel, güçlü ve
uyumlandırabilir nitelikteydi.
Bunları duymak çok güzeldi, fakat cesurca iddialarda
bulunmak işin kolay yanıydı. Diğer meslektaşlarını ikna etmek için
birtakım delillerin olması gerekiyordu. Valentine’in, Jablonski’nin ve
Erwin’in, bu genlerin Kambriyen’de gerçekten mevcut olduklarını
göstermeleri gerekiyordu. Bu bir problem oluşturuyordu – genler fosil
bırakmıyorlardı. En azından yarım milyar yıl ve daha öncesinden
kalanlar.148
Zoolog ve moleküler biyolog Dr. Raymond G. Bohlin ise
Kambriyen’deki Hox genlerinin hayali esnekliğiyle ilgili varsayımın
bilim dışı yönünü şu şekilde anlatır:
Bazı evrimciler daha da ileri
giderek Kambriyen’de işleyen evrim mekanizmasının, o zamandan bu zamana
süregelenden tamamen farklı olduğunu iddia ettiler. Bu durum, söz konusu
mekanizmaları hiçbir zaman inceleyemeyeceğimiz ihtimalini, çünkü düzgün
genetik yapılara sahip bu canlıların şu anda var olmadıklarını ortaya
çıkarmaktadır. Elimizde sadece Kambriyen canlıları vardır ve bunların
öncüleri bulunmamaktadır. Bu nedenle spekülasyonlar çılgınca ve kontrol
edilemez bir hale gelecektir, çünkü bu teorileri test edebilme yolu
olmayacaktır. Fosiller genetik organizasyonların izlerini hiçbir zaman
bırakmazlar.149
Hox genlerinin fosil kayıtlarında yer almaması,
evrimciler açısından bir problemdir. Ancak evrimciler, Kambriyen
canlılarının söz konusu genlerini fosillerde bulmuş olsalar da kendileri
için sorun çözümlenmiş olmayacaktır. Çünkü Hox genlerinin yapı ve
işlevleri, evrim teorisini desteklememektedir. Bu genlerin özelliği,
sadece zaten kodlanmış olan yapıları kontrol etmeleridir. Bu genler,
yeni bir yapıyı kodlayamaz, olmayan bir özelliği organizmaya
ekleyemezler. Yapıların oluşması için yeni genetik bilgiyi sağlamazlar.
Onlar sadece düzenleyicidirler. Kendilerine verilmiş bilgileri kullanır
ve onları, Allah’ın izni ve dilemesiyle, vücut içinde bir düzen
oluşturacak şekilde organize ederler. Dolayısıyla, bir canlıdan, tamamen
farklı başka bir canlının oluşması için gereken yeni bilgilerin, yeni
yapıların ve yeni organların sebebi olmaları mümkün değildir.
Çin’in Chengjiang faunasındaki Kambriyen fosillerini
bulan ve bunlar üzerinde uzun araştırmalar yapan San Francisco Biyoloji
Departmanı’nın başında bulunan Dr. Paul Chien, bu konuyla ilgili olarak
şunları söylemektedir.
Başka teoriler de vardır. Berkeley profesörü James Valentine’ınki gibi. (…) Gelişen biyolojide embriyo üzerindeki çalışmalar, Hox geni adı verilen büyük bir keşfi ortaya çıkardı. Bunlar düzenleyici genlerdir ve göz ve diğer yapıların gelişiminin açma kapama düğmeleridir.
Başka teoriler de vardır. Berkeley profesörü James Valentine’ınki gibi. (…) Gelişen biyolojide embriyo üzerindeki çalışmalar, Hox geni adı verilen büyük bir keşfi ortaya çıkardı. Bunlar düzenleyici genlerdir ve göz ve diğer yapıların gelişiminin açma kapama düğmeleridir.
Valentine, ilkel organizmaların yeterli miktarda Hox
genlerinin bulunduğunu ve bunların aniden farklı yapılar meydana
getirdiklerini savunmaktadır. Böylelikle Kambriyen patlamasını bu Hox
geni kümeleşmesi ile ilişkilendirmeye çalışır. Ama sanırım pek çok
teorik zorluk ile karşı karşıya kalmaktadır.
Jonathan Wells’in ise Hox geninin
bunları yapamayacağına dair bir fikri vardır. Hox genlerinin sadece
düğmeler olduğunu belirtir. Farklı sistemlerde bu düğmeyi açabilirsiniz
ve bu sadece çalışır veya durur. Ama Hox genleri ile yeni bir bilgi
ekleyemezsiniz.150
Evrimcilerin açıklayamadıkları bir başka nokta da,
ilk Hox geninin nasıl ortaya çıkmış olduğudur. Evrimciler, Hox
genlerinin oluşturduğu yığınların Kambriyen çeşitliliğine sebep
olduklarını iddia ederler. Ancak son derece kompleks bir yapıya,
mükemmel bir dizilim ve işleyişe sahip olan bu düzenleyici genlerin
nasıl ortaya çıktıkları konusunda sessizdirler. Farklı özelliklerin
düzenlenmesini kontrol eden farklı genlerin, birbirlerinden
evrimleştiklerini iddia ederler, ki bu bilimsel olarak imkansızdır.
Zaten tüm bunların “atası” olduğunu iddia ettikleri hayali “ilk Hox
geninin” tesadüfen nasıl ortaya çıktığı da hala açıklama beklemektedir.
Kaldı ki Hox genlerinde, Kambriyen patlaması gibi
biyolojik bir Big Bang ortaya çıkaracak potansiyel bulunduğunu iddia
edenler, bunun neden doğa tarihinin sonraki 540 milyon yıllık bölümünde
gerçekleşmediğini de açıklamak zorundadır. Hox genlerinde böyle bir
potansiyel varsa, Kambriyen sonrası dönemde yaşamış canlılar neden başka
patlamalar meydana getirmemiş, neden bambaşka filumlar ortaya
çıkmamıştır? Bu durum günümüz için de geçerlidir. Neden günümüz bilim
adamları böyle değişimlere şahit olmamaktadırlar? Nature, Science gibi
bilim dergilerinde bu gibi gözlemlerin devamlı olarak rapor edilmesi
gerekirken, neden yayınlanmış tek bir örnek dahi bulunmamaktadır?
Ayrıca Hox mutasyonlarının -daha önce belirttiğimiz
meyve sineklerinde görüldüğü gibi- garip varlıklar meydana getirdiği bir
gerçektir. Kambriyen filumlarının daha önce yaşamış tek hücrelilerden
evrimleştiği teorisi de, sayısız canlının sakat doğmuş olmasını
gerektirir. Dolayısıyla eğer Kambriyen filumları Hox mutasyonlarıyla
ortaya çıkmışsa, sayısız garip canlının fosilleri nerededir? Örneğin
neden ayakları kafasından çıkmış trilobit fosillerine rastlanmamaktadır?
Neden canlılar fosil kayıtlarında daima kusursuzca gelişmiş yapıdadır?
Evrim teorisinin bunlara verebilecek hiçbir cevabı yoktur.
Simon Conway Morris, bu “cevapsızlığı” kitabında şöyle itiraf eder:
Eğer bizler, vücut bölümleri ve kol
ve bacaklar gibi özelliklerin oluştuğu bir seri embriyotik aşama
yoluyla döllenmiş bir yumurtadan bir hayvanın nasıl geliştiğini
açıklayabilirsek, bu durumda bu bilgiyi Kambriyen patlamasına da
uygulama gibi olağanüstü bir ihtimal oluşur. Peki farklı canlılar,
farklı genetik talimat dizilerine sahip midirler? Eğer öyleyse, bunlar
nasıl evrimleşmiş olabilirler ve Kambriyen evrimsel patlamasında bugün
var olmayan özel mekanizmalar mı görev almıştır? İstisnai olarak gevşek
olan genetik talimat dizilerinin, Kambriyen sularındaki hayvan vücut
planlarının görünür bolluğunu açıklamak için nadiren de olsa değişken
olduğunu öne sürmek gerekli midir? Hala, kesin cevaplar vermekten çok
uzağız, ama şu anda ve her nasılsa sürpriz bir şekilde, bütün bu
sorulara verilecek cevap ‘Hayır’ gibi görünüyor.151
|
Simon Conway Morris’in Kambriyen canlılarını konu alan kitabı “The Crucible of Creation” |
Kuşkusuz hayali bir evrimsel gelişimin Hox genleriyle
nasıl sağlanacağına evrimcilerin tam anlamıyla cevapsız kalması, Hox
genleriyle ilgili Kambriyen senaryosunun tümüyle tutarsız, körü körüne
bir inançtan ibaret olduğunu açıkça göstermektedir. Hox genlerinin
Kambriyen canlılarının evrimine ve çeşitliliğine sebep olduğu iddiası,
bilimsellikten tamamen uzak ve spekülatiftir. Time dergisindeki
“When Life Exploded” (Yaşam Patladığında) başlıklı Kambriyen
patlamasını konu alan yazıda, evrimcilerin Hox geni iddiasının hayal
ürünü olduğu gerçeği, açıkça ifade edilmiştir:
Elbette, Kambriyen patlamasını
neyin mümkün kıldığını anlamak, bunun nasıl bu kadar hızlı gerçekleştiği
gibi çok daha büyük bir soruyu yanıtlamamaktadır. Burada bilim adamları
nazik bir şekilde ince buz şeklindeki verilerin üzerinden kaymakta, somut delillerden çok sezgilere dayanan senaryolar öne sürmektedirler.152
Kambriyen canlılarının nasıl meydana çıktıkları ile
ilgili olarak ortaya atılan her teori, bir zandır, evrimcilerin
gerçekleşmiş olmasını çok istedikleri bir hikayedir. Evrimciler,
bilimsel olarak gerçekleşme ihtimali olmadığını çok iyi bilmelerine
rağmen, iddialarından vazgeçmez, birini savunamaz hale gelince, diğerini
üretirler. Bu hayal gücü, evrimciler için sorun değildir. Dünya
üzerindeki canlı tarihini zaten tamamen baştan kurgulamışlardır ve bu
senaryonun içindeki detaylara da yeni hikayeler uydurmakta sakınca
görmezler. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar, ortada, kesin olarak
açıklayamadıkları Kambriyen canlıları vardır.
Allah ayetinde şu şekilde buyurmaktadır:
Onlar (inanmayanlar) bir düzen kurdular.
Allah da (buna karşılık) bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en
hayırlısıdır. (Al-i İmran Suresi, 54)
İşte inkar edenler, ayette belirtilen bu gerçekten
habersizdirler. Allah’ı inkar eden, Allah’a karşı mücadelede kararlı
olanların mutlaka Allah’ın düzeni ile karşılaşacaklarını
bilmemektedirler. Her şeyi Allah’ın yarattığına inanmayı reddettikleri
için, yerde ve gökte olanların tümünün, kendi yapıp ettiklerinin
tamamının, Allah’ın kontrolünde olduğunu anlamazlar. Allah’ın kusursuz
yaratışını, Kendisi’ne karşı gelenlerin hangi örneklerle ortaya
çıkacaklarını bildiğini kavrayamazlar. Allah’a karşı getirilen tüm
örneklerin, tüm iddiaların, daha baştan geçersiz olduğunu görüp idrak
edemezler. İşte bu nedenle boşa uğraşıp durur, yaratılış gerçeğine karşı
sürekli olarak teoriler üretmeye kalkışırlar. Asla sonuç alamayacakları
bir yola sapar ve ömürlerini bu uğurda harcar dururlar. Oysa onları da,
530 milyon yıl önce yaşamış olan Kambriyen canlılarını da yaratmış olan
Allah’tır ve Allah, onların her yaptığını bilen ve görendir. Her
birinin yaptıklarını ahirette mutlaka kendilerine haber verecektir.
Dikkatli olun; göklerde ve yerde olanların
hepsi Allah’ındır. O, üzerinde bulunduğunuz şeyi elbette bilir. Ve O’na
döndürülecekleri gün, yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah,
herşeyi bilendir. (Nur Suresi, 64)
*Bir canlının dış görünümü ile ilgili tüm özelliklerini belirleyen genlerin bütününe fenotip adı verilir.
|
Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında,
gece ile gündüzün ard arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile
denizde yüzen gemilerde, Allah’ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü
ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında,
rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları
evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.
(Bakara Suresi,164) |
126
Norman Macbeth, Harvard Universitesinde bir konferans, 24 Eylül 1983 –
L.D. Sunderland, Darwin’s Enigma (1988), p. 150 –
http://www.pathlights.com/ce_encyclopedia/12fos06.htm
127 Gregory A. Wray, “The Grand Scheme of Life”, Review of The Crucible Creation: The Burgess Shale and the Rise of Animals by Simon Conway Morris, Trends in Genetics, Şubat 1999, vol 15, no. 2
128 http://www.leaderu.com/orgs/probe/docs/bigbang.html
129 Steven Darksyde, The Cambrian Explosion And Creationism, http://politics.humanbeams.com/p405darksyde-cambrianexplosion.php
130 http://www.newscientist.com/article.ns?id=mg17823904.500
131 BBC Science and Nature, Horizon: Snowball Earth, http://www.bbc.co.uk/science/horizon/2000/snowballearth.shtml
132 http://www.newscientist.com/article.ns?id=mg17823904.500 – Snowball Earth, Gabrielle Walker, Crown Publishers, 2003, s. 203
133 Andrew Parker, In The Blink of an Eye, Perseus Publishing, Nisan 2003, s. 42
134 http://www.newscientist.com/article.ns?id=mg17823904.500
135 http://www.origins.org/articles/chien_explosionoflife.html
136 http://www.discovery.org/scripts/viewDB/ index.php?command=view&id=2177
137 http://www.discovery.org/scripts/viewDB/ index.php?command=view&id=2177
138 http://www.discovery.org/scripts/viewDB/ index.php?command=view&id=2177
139 http://www.discovery.org/scripts/viewDB/ index.php?command=view&id=2177
140 Richard Fortey,”CambrianExplosion Exploded?”, Science, 20Temmuz 2001 – http://www.sciencemag.org/cgi/content/full/293/ 5529/
438?maxtoshow=&HITS=10&hits=10&RESULTFORMAT=&author1=Fortey%2C+Richard&titleabstract=cambrian&searchid= 1130628266485_5010&stored_search=&FIRSTINDEX=0&fdate=10/1/1995&tdate=10/31/2005
141 Susumo Ohno, “The notion of the Cambrian pananimalia genome”, Proceedings of the National Academy of Sciences USA 93 (Ağustos 1996): 8475-78
142 Peter G. Williamson, “Morphological stasis and developmental constraint: real problems for neo-Darwinism,” Nature, vol 294, 19 Kasım 1981, s.214 - http://members.iinet.net.au/~sejones/fsslrc02.html
143 http://www.arn.org/docs/abstasis.htm
144 Luther Sunderland, Darwin’s Enigma “Ebbing the Tide of Naturalism”, Master Books, 2. Baskı, Mayıs 2002, s. 114
145 http://www.biltek.tubitak.gov.tr/merak_ettikleriniz/index.php?kategori_id=7&soru_id=1088
146 http://www.newscientist.com/article.ns?id=mg15621045.100
147 Mini Review: C. Schwabe, 1994. Theoretical limitations of molecular phylogenetics and the evolution of relaxins. Comp. Biochem. Physiol.107B:167-177; Don Batten, Hox (homeobox) Genes-Evolution’s Saviour?, http://www.answersingenesis.org/ docs/4205.asp
148 http://www.newscientist.com/article.ns?id=mg15621045.100
149 http://www.leaderu.com/orgs/probe/docs/bigbang.html
150 http://www.origins.org/articles/chien_explosionoflife.html
151 Simon Conway Morris, The Crucible Creation The Burgess Shale and the Rise of Animals, Oxford University Press, 1999, s. 148
152 Nash J. Madeleine, “When Life Exploded,” Time, 4 Aralık 1995, s. 74 – http://www.leaderu.com/orgs/probe/docs/bigbang.html
127 Gregory A. Wray, “The Grand Scheme of Life”, Review of The Crucible Creation: The Burgess Shale and the Rise of Animals by Simon Conway Morris, Trends in Genetics, Şubat 1999, vol 15, no. 2
128 http://www.leaderu.com/orgs/probe/docs/bigbang.html
129 Steven Darksyde, The Cambrian Explosion And Creationism, http://politics.humanbeams.com/p405darksyde-cambrianexplosion.php
130 http://www.newscientist.com/article.ns?id=mg17823904.500
131 BBC Science and Nature, Horizon: Snowball Earth, http://www.bbc.co.uk/science/horizon/2000/snowballearth.shtml
132 http://www.newscientist.com/article.ns?id=mg17823904.500 – Snowball Earth, Gabrielle Walker, Crown Publishers, 2003, s. 203
133 Andrew Parker, In The Blink of an Eye, Perseus Publishing, Nisan 2003, s. 42
134 http://www.newscientist.com/article.ns?id=mg17823904.500
135 http://www.origins.org/articles/chien_explosionoflife.html
136 http://www.discovery.org/scripts/viewDB/ index.php?command=view&id=2177
137 http://www.discovery.org/scripts/viewDB/ index.php?command=view&id=2177
138 http://www.discovery.org/scripts/viewDB/ index.php?command=view&id=2177
139 http://www.discovery.org/scripts/viewDB/ index.php?command=view&id=2177
140 Richard Fortey,”CambrianExplosion Exploded?”, Science, 20Temmuz 2001 – http://www.sciencemag.org/cgi/content/full/293/ 5529/
438?maxtoshow=&HITS=10&hits=10&RESULTFORMAT=&author1=Fortey%2C+Richard&titleabstract=cambrian&searchid= 1130628266485_5010&stored_search=&FIRSTINDEX=0&fdate=10/1/1995&tdate=10/31/2005
141 Susumo Ohno, “The notion of the Cambrian pananimalia genome”, Proceedings of the National Academy of Sciences USA 93 (Ağustos 1996): 8475-78
142 Peter G. Williamson, “Morphological stasis and developmental constraint: real problems for neo-Darwinism,” Nature, vol 294, 19 Kasım 1981, s.214 - http://members.iinet.net.au/~sejones/fsslrc02.html
143 http://www.arn.org/docs/abstasis.htm
144 Luther Sunderland, Darwin’s Enigma “Ebbing the Tide of Naturalism”, Master Books, 2. Baskı, Mayıs 2002, s. 114
145 http://www.biltek.tubitak.gov.tr/merak_ettikleriniz/index.php?kategori_id=7&soru_id=1088
146 http://www.newscientist.com/article.ns?id=mg15621045.100
147 Mini Review: C. Schwabe, 1994. Theoretical limitations of molecular phylogenetics and the evolution of relaxins. Comp. Biochem. Physiol.107B:167-177; Don Batten, Hox (homeobox) Genes-Evolution’s Saviour?, http://www.answersingenesis.org/ docs/4205.asp
148 http://www.newscientist.com/article.ns?id=mg15621045.100
149 http://www.leaderu.com/orgs/probe/docs/bigbang.html
150 http://www.origins.org/articles/chien_explosionoflife.html
151 Simon Conway Morris, The Crucible Creation The Burgess Shale and the Rise of Animals, Oxford University Press, 1999, s. 148
152 Nash J. Madeleine, “When Life Exploded,” Time, 4 Aralık 1995, s. 74 – http://www.leaderu.com/orgs/probe/docs/bigbang.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder