7 Haziran 2012 Perşembe

GİRİŞ

GİRİŞ
Gözü düşünmek beni teorimden soğuttu!” itirafında bulunan Darwin’i bu açıklamaya zorlayan en önemli sebeplerden biri, teorisinin mükemmel yapıları ve komplekslikleri açıklayamıyor oluşuydu. Hayali evrimin mekanizmalarını, bir gözü oluşturmak için gerekli olan yerlere yerleştiremiyordu. Bu kompleks organın hayali evrimsel aşamalarla oluştuğunu kanıtlayabilmesi için parçalarını basite indirgemesi gerekiyordu ama bunu yapamıyordu.
Bu kompleks organın nasıl ortaya çıktığının açıklanamaması, evrim teorisinin mimarları kadar günümüz evrim taraftarları için de büyük bir boşluktur. Darwinistler, komplekslikle karşılaştıkları her yerde, bu büyük boşluğu tekrar tekrar yaşarlar. Acaba yaşandığını iddia ettikleri evrimin milyonlarca yıllık hayali süreci içinde, böyle bir komplekslik nasıl gelişmiş olabilir? Evrimciler bu soruya cevap verecek hiçbir mantıklı senaryo üretemezler.
Bilimsel bulguların ortaya çıkardığı pek çok gerçek, teoriyi çöküntüye uğratmaya yeterlidir. Ancak teoriyi temelinden yok eden öyle bir gerçek vardır ki, Darwinistlerin açıklamasız kaldığı hemen her konuyu kapsamaktadır: Bu, günümüzden yaklaşık 530 milyon yıl önce, tüm yeryüzünde büyük bir ihtişam içinde sergilenen canlı çeşitliliği ve kompleksliğidir. Evrimcilerin hakkında “gelişim senaryoları” üretmeye çalıştıkları göz, evrimcilere göre daha “göze benzer” bir organın olmaması gereken bir dönemde, tüm kompleksliği ile mevcuttur. Henüz tek hücreli canlıların yaşamakta olduğu bir ortamda, birbirinden kompleks canlılar, sözde atalarına dair hiçbir kalıntıya sahip olmadan, adeta evrim teorisinin geçersizliğini ilan edercesine aniden var olmuşlardır.
Fosil kayıtları o kadar güçlüdür ve olay evrimciler açısından o kadar dramatiktir ki, bilim adamları bu dönemi Kambriyen Patlaması veya “Biyolojik Big Bang” olarak adlandırırlar. O dönemden bu yana, bu canlıların “atası” olabilecek, Kambriyen öncesi döneme ait yeni fosiller bulma arayışını sürdürmektedirler. Ancak çabalar sürekli olarak tek bir gerçeği göstermektedir: Ani, kusursuz, birbirinden farklı ve kompleks bir yaratılış…
Bu ani çeşitliliği çözebilmek için durmaksızın çabalayan evrimciler şunu anlayamamaktadırlar: Bu olağanüstü olayın özel bir sebebi vardır. Yeryüzünde yaşanan bu dönem, Kambriyen canlıları gibi, yeryüzündeki tüm canlıların “yaratılmış” olduklarını göstermek içindir. Darwinistlerin, yaratılış gerçeğine karşı verdikleri mücadeleye en güzel, en etkili ve en kesin cevaplardan biridir. Düzen kurucuların en hayırlısı olan Allah, Kendi Yüce Varlığı’nın ve üstün yaratma sanatının delillerini bu örnekle sergilemiştir. Yeryüzünün her yanını büyük bir mükemmellik ve kusursuzlukla sarmış olan üstün yaratılış delillerini görmek istemeyenlere, yaklaşık 530 milyon yıl önce yaşamış olan yaratılış harikaları delil olarak sunulmaktadır. Buna rağmen Yüce Allah’a karşı mücadele içinde olanlar ise, dünyada boş bir oyalanma ve asla ulaşamayacakları bir büyüklük isteği içindedirler:
Eğer kesin bir bilgiyle inanıyorsanız (Allah), göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların Rabbidir. O’ndan başka İlah yoktur; diriltir ve öldürür. Sizin de Rabbinizdir, geçmiş atalarınızın da Rabbidir. Hayır, onlar şüphe içindedirler; oynayıp-oyalanıyorlar. (Duhan Suresi, 7-9)
Bu sayfada, insanları ayetlerde bildirilen bocalamadan kurtaracak ve Allah’ın sonsuz kudretini görmelerini sağlayacak yaratılış delilleri anlatılmaktadır. Günümüzden 530 milyon yıl önce yani Kambriyen döneminde var olan canlıların bugün dahi bilim adamlarını hayranlık içinde bırakan özelliklerine yer verilmektedir. Bu yolla hayatın kökeni ile ilgili tek geçerli açıklamanın yaratılış gerçeği olduğu, bir kez daha akıl ve vicdan sahibi insanların gözleri önüne serilmektedir.
 

KAMBRİYEN DÖNEMİ

KAMBRİYEN DÖNEMİ
Yeryüzünde yaşam, muhteşem bir çeşitlilik sergilemektedir. Gezegenimiz, kutuplardan Amazonlara, yüksek dağlardan okyanus derinliklerine kadar çok çeşitli yaşam formlarıyla dolup taşmaktadır. Bakteriden solucana, karıncadan ağaca, martıdan yunusa kadar çok çeşitli organizmalar; olağanüstü hassaslıkta işleyen sistemler, muazzam kompleks yapılarla donatılmışlardır. Bu sistemler sayesinde çevreleriyle mükemmel bir uyum içinde yaşamlarını sürdürebilmektedirler. Detayları biyologlarca keşfedilen bu sistemler, insanı hayrete düşüren özellikler içermektedir.
Bilim adamları ve düşünürler, tarihin her döneminde doğayı incelemiş, kusursuz bir ahenk ve planın varlığına şahit olmuş, şu gibi sorulara cevap aramışlardır:
- Bu kadar çok çeşitlilikte canlı yeryüzünde ilk olarak nasıl ortaya çıkmıştır?
- Bedenlerindeki mükemmel sistemlere nasıl sahip olmuşlardır?
- Bu canlılar arasındaki uyum ve denge nasıl mümkün olabilmiştir?
Bu soruların araştırılmasında çok hücreli canlıların kökeni konusu özellikle öne çıkmaktadır. Çünkü yeryüzündeki biyolojik çeşitliliğe, en büyük oranda onlar katkıda bulunmaktadır. Tek hücrelilerin kendi içlerinde son derece kompleks canlılar olduğu ve dünyada yaşamın devamına büyük katkılarının olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Ama yine de tek hücrelilerin sahip oldukları yapılar, çok hücrelilere oranla çok gerilerdedir. Çok hücrelilerin sergilediği çeşitlilik ve komplekslik öylesine ileri boyutlardadır ki, insan aklının sınırlarını zorlamaktadır.
Kambriyen dönemi, günümüzde yaşamakta olan tüm çok hücreli grupların birdenbire ortaya çıktığı jeolojik dönemin adıdır. Bu ortaya çıkış öylesine ani ve geniş çaplı olmuştur ki, bilim adamları buna “Kambriyen patlaması” adını vermişlerdir. Ünlü evrimci paleontolog Stephen Jay Gould bu olayı “yaşamın tarihindeki en dikkate değer ve şaşırtıcı olay” olarak nitelerken, evrimci zoolog Thomas S. Ray, “çok hücrelilerin kökeni konusunun yaşamın başlangıcı kadar olağanüstü bir olay” olduğunu yazmıştır.
Son 25 yıl içinde Kambriyen dönemiyle ilgili bilgilerde önemli bir artış yaşanmış, Kambriyen patlamasının sıra dışı özellikleri bilim adamlarının büyük ilgisini çekmiştir. Bu konuda çeşitli disiplinlerden gelen bulguları değerlendiren bilim adamları, bu olayın tahmin ettiklerinden de ani gelişen, son derece özgün bir olay olduğunu anlamışlardır. Kambriyen patlamasının özgün karakteristikleri hakkındaki anlayışın pekişmesi, çok hücrelilerin ve genel olarak yaşamın kökeni konusunda güvenilir ve kesin sonuçlar ortaya koyabilecek somut bilgiler sağlamıştır. Modern bilimin ışığında elde edilen bu bilgiler, Allah’ın kusursuz yaratmasının bu döneme ait delillerini oluşturmaktadır. Bizzat Darwin’in “ciddi bir zorluk”  olarak tanımladığı bu olay, modern bilimin bulgularıyla evrim teorisinin sonunu getirmiştir.
Yeryüzünde yaşamın kökeni konusu, Kambriyen patlamasında olup bitenler öğrenilmezse tam olarak kavranamaz, eksik kalır. Bu nedenle Kambriyen dönemi bu kitapta tüm detayları ve delilleri ile ortaya konulmuştur. Kitabın birinci bölümünde, Kambriyen dönemindeki canlıların kompleks yapılarını, fosil kayıtlarıyla ilgili Darwinist yorumların geçersizliğini, evrimcilerin bilim dışı inançlarını ve içinde bulundukları çaresiz durumu; ikinci bölümünde ise evrim teorisine meydan okuyan yaşayan fosilleri konu edindik.
Kambriyen patlaması, modern bilimin Allah’ın ihtişamlı yaratışını keşfettiği alanlardan sadece biridir. Yüce Allah yaşamı ve canlı formlarını “Ol” emriyle yoktan var etmiştir. O’nun kusursuz yaratması bir ayette şöyle bildirilir:
O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, ‘şekil ve suret’ verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir.  (Haşr Suresi, 24)

Kambriyen, Evrim ve Yaratılış
Kambriyen patlamasıyla ilgili konulara geçmeden önce evrim teorisi ve yaratılışa göre fosil kayıtlarından ne gibi özellikler beklenmesi gerektiği hakkında kısaca bir kıyas yapmak gerekir. Evrim teorisi, tüm yaşam formlarının tek bir hücreden türediğini iddia eder. Buna göre milyonlarca canlı türü bu tek hücreden türemiş olmalı, bu ortak atadan kalıtımın izleri fosil kayıtlarında bulunmalıdır. Evrimciler bir balıktan primata, bir böcekten ahtapota kadar tüm canlı türlerinin bu hayali ilk hücreyle bağlantılı olduğunu iddia etmektedirler. Böyle bir varsayımın fosil kaydında aranacak izleri şunlar olmalıdır:
1. Çok sayıda ara form olmalıdır.
2. Fosil kayıtlarındaki değişim yavaş ve kademeli olmalıdır.
3. En erken canlıların basit yapıda yaşama başlamış olmaları ve basitten komplekse doğru gelişim göstermiş olmaları gerekir.
4. Hayali ilk hücre zaman içinde geliştikçe, yeni türler ortaya çıkmalı, bu türler zamanla giderek birbirlerinden uzaklaşmalı; genişleyen canlılar aleminde aile, takım, sınıf gibi daha yüksek kategoriler ortaya çıkmalıdır.

Kambriyen dönemi, birbirinden çok belirgin farklarla ayrılan canlıların, oldukça kompleks yapıları ile, hiçbir ataları olmadan, aniden ortaya çıktıkları bir dönemdir. Bu canlılar hiçbir ara geçiş formu olmadan, fosil kayıtlarında kusursuz halleri ile ortaya çıkmışlardır. Bu, Allah’ın kusursuz yaratmasıdır.
Tüm bu gereklilikleri “süreklilik” şartı altında birleştirmek mümkündür. Çünkü evrimciler tüm canlı türlerinin hayali ilk hücreden itibaren birbirleriyle bağlantılı olduğunu, türler arasında varsaydıkları dönüşümün sürekli olarak devam ettiğini iddia etmektedirler. Böyle bir süreklilik, mutlaka sayısız ara formun yaşamış olmasını, dolayısıyla varsayılan evrimsel gelişimin fosil kayıtlarında izlenebilir olmasını gerektirir.
Buna karşın yaratılış gerçeği bunların hiçbirini gerektirmez. Canlıların sahip oldukları karakteristik özelliklerle, oldukları gibi ve kusursuz şekilde Allah tarafından yaratıldıklarını öğretir. Dolayısıyla belli bir yaşam formunun daha önce yaşamış bir formdan daha kompleks olması gibi bir şart gerekmez. Çeşitli canlı grupları arasında izlenebilir aşamaların varlığı gerekli değildir. Tam tersine, yaratılış gerçeği, özgün yapılarıyla yaratılmış canlıların, anatomik özellikleri açısından, birbirlerinden ayırt edilebilir gruplar oluşturmasını öngörür.
Paleontoloji biliminin Kambriyen patlamasıyla ilgili olarak ortaya koyduğu bilgilere bakıldığında da, bu bilgilerin açıkça yaratılışı kanıtlamakta, evrim teorisini çökertmekte olduğu görülmektedir. Çünkü bu patlamayla; kendi aralarında birbirlerinden çok belirgin farklılıklarla ayrılan canlılar ortaya çıkmıştır. Bu durum, Kambriyen öncesinde yaşamış canlılar ve Kambriyen’de yaşamış canlılar arasında, hem soy bağı hem de komplekslik açısından çok derin boşluklar ortaya çıkarmıştır. Bu boşluklar öylesine dikkat çekicidir ki, canlı grupları arasında süreklilik kanıtlaması gereken evrimciler, bunlar arasında teorik düzeyde dahi akrabalık ilişkileri kurabilmiş değillerdir.
Kambriyen dönemi, en erken hayvanların dahi son derece kompleks yapılarla aniden ortaya çıkmış olduklarını göstermektedir, ki bu durum tam da yaratılışın öğrettiği bir gerçektir. Canlıların sahip olduğu mükemmel yapıların kökeni Allah’ın yaratmasıdır. Bu mükemmel yapılar, tesadüflere dayalı evrim teorisinin gerektirdiği gibi eksik, yarım ve işlevsiz aşamalar sergilemeksizin, kusursuzca fosil kayıtlarında belirmişlerdir.
Kısacası Kambriyen patlaması fosil kayıtlarına bariz bir süreksizlik motifi işlemiştir ve bu durum yaratılışın en kesin kanıtlarından birini oluşturmaktadır.

FOSİL KAYITLARINA GÖRE TÜRLERİN KÖKENİ

FOSİL KAYITLARINA GÖRE TÜRLERİN KÖKENİ

Charles Darwin 1859 yılında Türlerin Kökeni kitabını yayınladığında, türlerin kökenine dair kendi inançlarını açıklamış ve hayali evrim sürecinin çeşitli mekanizmalar yoluyla gerçekleştiğini iddia etmişti. İddiasına göre bu mekanizmalar ile evrim, türlerde küçük değişikliklere yol açmış, bunlar artarak büyümüş ve yeryüzündeki canlı türleri ortak bir atadan, küçük değişiklikler sonucunda türemişlerdi. Teoriye göre, canlı türleri birbirlerinden kesin farklılıklarla ayrılmamakta, peşpeşe gelen küçük değişikliklerle birbirlerinden farklılaşmaya başlamaktaydılar.
Buna göre bütün canlılar birbirlerinden türemişlerdi. Bir canlı türü, milyonlarca senelik uzun zaman dilimi boyunca tesadüfi ve kademeli değişiklikler yaşamış ve en sonunda tamamen başka bir türe dönüşmüştü. Bu durumda, iddia edilen uzun dönüşüm süreci içinde çeşitli ara türlerin yeryüzünde var olup yaşamış olmaları şarttı. Bu ara türler, bir çeşit geçiş döneminde olduklarından gelişimini tamamlamamış, sakat, eksik, kusurlu canlılar olmalıydılar. Bu sözde değişim süreci milyonlarca sene sürdüğünden, söz konusu ara formların yeryüzünde var oldukları sürenin de oldukça uzun olması ve bunların formların kalıntılarının çok sayıda bulunması gerekiyordu.
Darwin buna inanıyordu. Zaman içinde çeşitli fosil araştırmalarıyla, söz konusu ara türlerin bulunacağını ve bu iddiasının kanıtlanacağını umuyordu. Teorisini de hiçbir bilimsel dayanağı olmayan bu inanca dayanarak şekillendirmişti.

Darwin’e göre, bütün canlılar birbirlerinden türemişti. Buna göre, bu hayali dönüşüm sürecinde, çeşitli ara türlerin yaşamış olmaları gerekiyordu. Ve bu canlılar, gelişimlerini tamamlamamış olduklarından, sakat, eksik ve kusurlu canlılar olmalıydılar. Ancak Darwin yanılmıştı. Çünkü fosil kayıtları, sürekli olarak kusursuz ve eksiksiz canlıların örneklerini vermekteydi. Bu gerçeğin en belirgin örneklerinin sergilendiği Kambriyen dönemi, tüm canlıları Allah’ın yarattığını en kusursuz şekli ile gösteriyordu.
Darwin’in teorisi, sayısız ara formun yaşamış olmasını gerektiriyordu. Darwin bunu şu sözlerle ifade etmişti:
Yaşayan veya soyu tükenmiş tüm türler arasındaki ara geçiş bağlantılarının sayısı inanılmaz derecede büyük olmalıdır.1
Darwin kitabının başka bölümlerinde de aynı gerçeği dile getirmişti:
Eğer teorim doğruysa, türleri birbirine bağlayan sayısız ara geçiş çeşitleri mutlaka yaşamış olmalıdır… Bunların yaşamış olduklarının kanıtları da sadece fosil kalıntıları arasında bulunabilir.2
Ancak bu satırları yazan Darwin, bu ara formların fosillerinin bir türlü bulunamadığının da farkındaydı. Bunun teorisi için büyük bir açmaz oluşturduğunu görüyordu. Bu yüzden, Türlerin Kökeni kitabının “Teorinin Zorlukları” (Difficulties on Theory) adlı bölümünde şöyle yazmıştı:
Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz… Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır.3
Darwin’e göre, küçük değişikliklerle tesadüfen gelişen türler, önce aileleri, sonra düzenleri, sonra sınıfları ve sonra da canlıları, temel anatomik yapılarıyla birbirinden ayıran ve alemden sonra en büyük sınıf olan filumları oluşturmalıydı.
Ancak fosil bulguları Darwin’in teorisine uymadı.
Galler bölgesinde Cambria kayalıklarında bulunan Kambriyen dönemine ait fosiller, Darwin’in, teorisini şekillendirdiği sıralamaya büyük bir darbeydi. Dünya tarihinin en eski devri olan Kambriyen dönemi (542-488 milyon yıl önce), tek hücreli canlıların hüküm sürdüğü bir ortamda, tam gelişmiş halleri ile pek çok hayvan filumu ve sınıfının ani ortaya çıkışını temsil ediyordu. Başka bir deyişle, Darwin’in belirlediği sistematik sıra, tam tersine işlemişti. Filumlar, türlerden çok daha önce belirmişlerdi.
Bu durum, bir evrimci için kuşkusuz oldukça şüpheliydi. Fosil bulguları ile ortaya çıkan sonuçların Darwin de farkındaydı. Bunu, teorisi için olabilecek en büyük zorluklardan bir tanesi olarak tanımlamıştı:
Sonuçta, eğer benim teorim doğruysa, en eski Siluriyen* (Kambriyen) tabakasının oluşumundan önce, çok uzun zaman dilimleri geçmiş olmalı, Siluryen devrinden bu güne kadar geçmiş olan zaman kadar uzun zaman dilimleri. Ve henüz bilinmeyen bu zaman dilimleri içinde Dünya canlı yaratıklarla dolup taşmış olmalı. Bu büyük zaman dilimlerine ait fosil kayıtlarını neden bulamadığımız sorusu karşısında ise verebilecek tatmin edici bir cevabım yok…
*Darwin döneminde, Siluriyen tabakasının, şimdi Kambriyen olarak bildiğimiz tabakayı kapsadığı düşünülüyordu.
Darwin, bilinen en eski fosil kayalıklarında hayvanlar aleminin en temel sınıflarının bazılarının aniden göründüğünü öğrendiğinde ise, bunu oldukça “ciddi” bir problem olarak nitelendirmiş ve “bu durum şu anda açıklanamaz şekilde kalmak zorundadır. Ve burada iddia edilen görüşlere karşı geçerli bir delil olarak öne sürülebilir. 5
Darwin döneminde yaşamın ciltler dolusu ansiklopediyi dolduracak miktarda bilgiye sahip olduğu bilinmiyordu. Canlı hücresi,içi su dolu bir torbacıktan ibaret sanılıyordu. Darwin döneminde fosil bilgileri de oldukça sınırlıydı. Kambriyen canlılarının detayları, bunların ani ortaya çıkışları ve bu durumun Darwinizm’e karşı büyük bir meydan okuma olduğu bilinmiyordu. Aradan geçen 150 yıl, canlıların evrim geçirmediklerini hem bilimsel ilerlemeler, hem de fosil kayıtları sayesinde açıkça gösterdi. Darwinizm, Darwin’den sonraki 150 yıl içinde açık bir şekilde çökmüştü.
Ancak Darwin’e göre bu, yine de görünürde bir problemdi. Çünkü o, bu açık gerçeğe “ileride” bir açıklama getirilebileceğini düşünüyordu. İşte bu nedenle, “Dünya tarihinin fosil bulgularında yeterince iyi saklanmadığını” iddia etti. Ona göre organik kompleks varlıklar, Kambriyen tabakalarının oluşumundan çok önce yeryüzünde belirmişti ve bunların fosil kalıntıları da, Dünya tarihinin çok eski ve hiç bilinmeyen bir çağında herhangi bir yerde çökelmiş olmalıydı.6 Kambriyen’den önceki fosil yataklarının sıcaklık ve basınç nedeniyle değişikliğe uğradığını, bu nedenle tüm fosil izlerinin silinmiş olabileceğini varsayıyordu. Bundan dolayı da bütün büyük hayvan gruplarının, “yanlışlıkla” Kambriyen’e ait olarak tanıtıldığını iddia ediyordu. Darwin’e göre, yapılacak olan detaylı fosil araştırmaları ve kazılar, bu kayıp örnekleri ve verileri bir gün mutlaka ortaya çıkaracaktı.7
Ancak Darwin yanılmıştı.
Darwin, ileride ortaya çıkacak fosil bulgularıyla, teorisi için gerekli olan delillerin elde edilebileceğini düşünyordu. Ancak teknolojideki yenilikler, genetik, biyoloji, biyokimya ve tıp alanındaki gelişmeler ve elde edilen oldukça geniş kapsamlı fosil bulguları, Darwin’in teorisini tümüyle ortadan kaldıracak gerçekleri sundular.
Kambriyen öncesi ile ilgili şu anki bilgilerimiz, Darwin’in dönemindekinden kuşkusuz çok daha iyidir. O dönemden bu yana, Kambriyen öncesi döneme ait fosiller üzerine çok fazla araştırma yapıldı. Ortaya çıkan sonuç ise, Darwin’in sorunlarını çözmektense, evrimciler açısından sorunları daha da zorlaştırdı. Kanada, Grönland ve Çin’de Kambriyen dönemine ait yeni fosil yataklarına rastlandı.8 Kambriyen öncesi dönem ile ilgili olarak ise, elde sadece tek hücreli bazı organizmalar bulunuyordu. Kambriyen fosillerinin benzerlerinden veya bu canlıların atası sayılabilecek herhangi bir canlıdan eser yoktu.
Kambriyen döneminin böylesine geniş ve kompleks canlı örneklerini sunması, kuşkusuz Darwin’in türlerin kökeni iddialarını temelinden çökertmeye yeterlidir. Darwin, kendi teorisi için büyük bir trajedi olarak nitelendirilebilecek yeni fosil bulgularından haberdar olamadı. Bu bulgular, asıl Darwin’in takipçileri için büyük bir darbe niteliği taşıyordu. Türlerin kökeni için ortaya atılan iddialar, Kambriyen yataklarının getirdiği sonuçlarla altüst olmuştu. Peki Kambriyen dönemini diğer dönemlerden ayıran büyük fark neydi? Kambriyen canlılarının evrimcileri bu büyük endişeye sürükleyecek üstünlükleri nelerdi?
Bunu farklı başlıklar altında inceleyelim.
Fosillerin Yeterliliği
Darwin döneminde, canlı hücresi, içi su dolu bir torbacıktan ibaret sanılıyordu. Dönemin bilim adamları hücrenin organellerinden ve DNA’dan haberdar değillerdi. Yaşamın, ciltler dolusu ansiklopediyi dolduracak miktarda bilgiye dayandığı bilinmiyordu. Anormal doğan bebekler, annelerinin doğum sırasında kapıldığı korkuların bir sonucu zannediliyordu. Darwin döneminde, bir bölgede toprağın sabanla sürülmesinin, o bölgenin iklimini değiştireceğine inanılıyordu. Uzayı ise renksiz bir sıvı olan eterin kapladığı zannediliyordu. Birkaç nesil boyunca elleri kesilen kişilerin çocuklarının elsiz doğacağına inanılıyordu. Darwin döneminde (1859), elektron mikroskobu henüz icat edilmemişti. Elektron mikroskobu bir yana, insanlık henüz buzdolabı (1938), telefon (1876), daktilo (1867) ve hatta tükenmez kalemle (1863) bile tanışmamıştı. Dönemin araştırmacıları, pergel, pusula, termometre ve benzeri basit araçlar kullanarak doğada olup biteni anlamaya çalışıyorlardı.
Darwin döneminde, araştırmalar ve bu araştırmalar sonucunda ortaya çıkan fosil bilgileri de oldukça sınırlıydı.
Darwin döneminde, Kambriyen döneminin 60 milyon yıldan daha eskiye dayanmadığı hesaplanmıştı. Buna göre Dünya’nın hesaplanan yaşı ise 200 milyon yıldı.9 (Dünya’nın şu an belirlenen yaşı 4.6 milyar yıldır.)
Darwin döneminde, bilimin her dalı ciddi şekilde gerideydi ve bu nedenle hayali evrim süreci ile ilgili beklentiler, ilerleyen bilim ve teknolojiye ve onların insanlara sağlayacakları imkanların bulgularına bırakılmıştı. Darwin’in döneminde, fosil bulgularının bilinmeyen pek çok şeyi ortaya çıkaracağı beklentisi ile, ortaya atılan teoriler insanlara makul görünüyordu. Nitekim, o dönemden bu yana, Kambriyen dönemindeki bu ani ortaya çıkışı açıklayacak ara geçiş örneklerini bulma çalışmaları sürdü gitti. Amaç, Kambriyen fosillerini andıran Kambriyen öncesi döneme ait birkaç örnek bulabilmek, önceki dönemleri bu döneme sözde evrimsel olarak ilişkilendirecek bir bağlantı kurabilmekti.
Aradan 150 yıl geçti. Bilim ve teknolojideki ilerlemeler insanlara çok önemli bilgiler verdi. Biyokimya, biyofizik, genetik ve moleküler biyoloji konularındaki gelişmeler, yeryüzündeki canlılarda moleküler düzeyde bir mükemmelliğin hakim olduğunu ve dolayısıyla moleküler düzeyde bir evrimleşmenin mümkün olamayacağını gösterdi. Paleontoloji alanındaki bulgular ise, yer altında saklı olan fosillerin büyük bir bölümünü ortaya çıkarttı ve yeryüzünde var olduğu iddia edilen hayali evrimsel geçmişi haklı çıkaracak “tek bir ara geçiş canlısı bile olmadığını” gösterdi.
Darwin döneminde hücre yalnızca bir su damlasından ibaret sanılıyordu. Hücrenin, milyonlarca sayfalık ansiklopediyi dolduracak bilgiye sahip oldukça kompleks bir yapısı olduğu bilinmiyordu. Laboratuvarlar ve laboratuvarlarda kullanılan gereçler son derece ilkeldi. Genetik, tıp, biyoloji, biyokimya gibi bilim dalları tanınmıyordu.
Henüz proteinlerin bile keşfedilmediği bu ortamda, Darwin, yaşamın sahip olduğu kompleksliğin farkında bile değildi. Bu şartlar altında ortaya attığı evrim teorisinin zamanla geçerliliğinin ortaya çıkacağını zannetmişti. Oysa bilimdeki ilerlemeler ve fosil bulguları, Darwin’in bu beklentisini tersine çevirdi.
21. yüzyılın, paleontoloji konusunda getirdiği en büyük gerçek buydu. Yeryüzünün büyük bir kısmı kazılmıştı. Oldukça geniş çaplı yapılan araştırmalar sonucunda, çok sayıda fosil örneği elde edilmişti. Darwin’in zamanla çözüme ulaşacağını düşündüğü Kambriyen’le ilgili kayıp ara fosiller konusunda ise Darwinistler açısından şaşırtıcı bir gerçek ortaya çıkmıştı: Günümüzden yarım milyar yıl ve daha öncesine ait sanılan tüm kompleks canlıların kalıntıları gerçekten de Kambriyen dönemine aittiler. Kambriyen öncesine ait fosil yatakları, Kambriyen’e geçişi gösteren hiçbir ara fosil örneği vermiyordu. Kambriyen döneminde, müthiş komplekslik ve çeşitlilik aniden ortaya çıkmıştı ve tüm bunlar Kambriyen sonrasında ortadan kaybolmuştu. Bu, gerçekten olağanüstü bir olaydı.

Stephen Jay Gould
Artık Darwin’in takipçilerinin, hayali “kayıp fosillerle” ilgili olarak “fosiller yetersizdir” iddialarının hiçbir dayanağı kalmamış oluyordu. Harvard Üniversitesi’nden evrimci paleontolog Stephen Jay Gould, hiç çekinmeden bu önemli itirafta bulunmuştu:
Böyle bir patlamanın en ünlüsü, Kambriyen patlaması, modern çok hücreli yaşamının başlangıcına damgasını vurmaktadır. Birkaç milyon yıl içinde, neredeyse tüm hayvan anatomilerinin her temel çeşidi ilk defa olarak fosil kayıtlarında ortaya çıkmıştır… Prekambriyen (Kambriyen öncesi) kayıtlar şu anda yeterli derecede iyidir ve mükemmel ara geçiş formlarının keşfedilmemiş zincirleri ile ilgili eski iddia artık inandırıcı değildir.10
Fosil kayıtlarının günümüzde yeterince iyi olması, evrimci paleontologlar açısından büyük bir hayal kırıklığıdır. Üstelik elde edilen fosil kayıtlarının, evrime bir delil vermemesinin yanı sıra, öne sürülen sahte delilleri de ortadan kaldırdığı bir gerçektir. Evrim teorisinin öne sürdüğü sahte ve yanıltıcı evrim delilleri: (1) Ele geçen yeni fosiller üzerindeki detaylı araştırmalar, (2) milyonlarca yıl öncesine ait örneklerin bulunduğu “yaşayan fosiller” ve (3) aynı canlıya ait fosillerin farklı zaman dilimlerinde ortaya çıkması ile anlaşılan “stasis” (fosillerdeki durağanlık) gerçeği sonucunda tamamen ortadan kalkmıştır. (www.yasayanfosiller.com) Yani fosil araştırmaları, Darwin’in beklentilerini değil, Darwin’in hiç beklemediği gerçekleri sunmuştur.
Chicago’daki The Field Doğa Tarihi Müzesi’nin (The Field Museum of Natural History) eski müdürü, evrimci Dr. David M. Raup bu konuyla ilgili olarak şunları söylemiştir:
Şu anda Darwin zamanından 120 yıl ilerideyiz ve fosil kayıtları hakkındaki bilgimiz oldukça gelişti. Şu anda 250 bin türün fosil örneklerine sahibiz ama durum pek de değişmemiştir. Evrim kayıtları hala şaşırtıcı derecede düzensizdir ve ironik bir şekilde, şu anda Darwin’in zamanından daha az evrimsel ara form örneğine sahibiz. Bununla demek istediğim, fosil kayıtlarındaki Darwinist değişikliklerin klasik örnekleri, örneğin Kuzey Amerika’da atın evrimi, daha detaylı bilgiler sonucunda geçersizleşmiş veya değişime uğramak zorunda kalmıştır. Bundan daha az verilerin olduğu bir zamanda görünen şey basit tatlı ilerlemelerdi. Bunlar şimdi çok daha kompleks ve daha az aşamalı gibi görünmektedir. Bu durumda Darwin’in problemi son 120 yıldır azalmamıştır.11
Evrimci zoolog David Kitts ise fosil kayıtlarının sunduğu bu gerçekleri, evrimciler açısından “bir zorluk” olarak yorumlamıştır:
Paleontoloji, zorluklar sunmuştur. Bunlardan en kötüsü, fosil kayıtları içindeki boşluklardır. Evrim, ara geçiş formlarını gerektirir. Ama paleontoloji bunları sağlamamaktadır.12
Günümüzden 1.2 milyar yıl öncesi, tek bir çekirdeğe sahip tek hücreli canlıların yeryüzünde hüküm sürdüğü bir ortamdır. Kambriyen’in başlangıç dönemlerine doğru ise, içinde birkaç farklı hücre tipi bulunan sünger tarzı canlılar karşımıza çıkar. Kambriyen dönemi ise bu canlıların sözde atalarının değil, bu canlılardan tamamen bağımsız, kompleks ve müthiş çeşitlilikteki canlıların ortaya çıktığı bir dönemdir. Darwinistlerin açıklama getiremedikleri bu üstün yaratılış, Allah’ın kusursuz bir eseridir.
Paleontolojinin ortaya çıkardığı gerçek şudur: Prekambriyen adını verdiğimiz Kambriyen öncesi dönem, fosil kayıtlarına göre tümüyle tek hücreli canlıların yaşadığı bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüzden 1.2 milyar yıl öncesi, içinde DNA bulunan bir çekirdeğe sahip tek hücreli canlıların yeryüzünde hüküm sürdüğü bir ortamdır. Kambriyen’in başlangıç dönemlerine doğru gelindikçe, içinde birkaç farklı hücre tipi bulunan sünger tarzı canlılar karşımıza çıkar. Hücreler, kendi fonksiyonlarını yerine getiren özelleşmiş durumdaki hücrelerdir. Ancak bu canlılar, herhangi bir kapsamlı iç yapıya sahip olmayan, sinir sistemleri veya kas lifleri bulunmayan varlıklardır.13 Yani Kambriyen canlılarından oldukça farklıdırlar.
Fosil kayıtları Kambriyen’e ait olarak, bir anda ortaya çıkan birbirinden bağımsız, müthiş çeşitlilikteki canlıların özelliklerini ortaya çıkarmıştır, onların atalarını değil! Kaliforniya Üniversitesi’nden evrimci biyolog James W. Valentine, bu konuyla ilgili olarak şu itirafta bulunmaktadır:
Fosil kayıtları, filum ve omurgasız sınıflarının kökeni sürecine doğrudan kanıt sağlama konusunda oldukça az yardımcı olmaktadır. Fosil kalıntılarından söyleyebileceğimiz kadarıyla, fosil kayıtlarındaki her filum, ilk ortaya çıktığında, karakteristik vücut planı ile çoktan evrimleşmiş haldedir. Hiçbir filum birbiri ile ara fosiller yoluyla bağlantılı değildir. Gerçekten de, hiçbir omurgasız sınıfı bir başka sınıf ile bir seri ara geçiş canlısı yoluyla bağlantılı olamaz. Filum ve sınıflar arasındaki ilişki onların benzerliklerine göre anlaşılır. Ancak, filojeni analizlerinin en komplike teknikleri bile filumlar arasındaki (ya da aynı zamanda pek çok sınıf arasındaki) ilişki ile ilgili fikir ayrılıklarını çözmekte başarılı olamamaktadır.14

Bruce Runnegar
Valentine’ın itiraf ettiği bu gerçek, fosil kayıtlarının evrime hiçbir kanıt sağlamadığı, canlıların bulundukları yerde aniden ortaya çıkmış oldukları gerçeğidir. Bir başka deyişle evrimci bilim adamları, Kambriyen’le ilgili olarak bir evrimin gerçekleşmediğini itiraf etmek zorunda kalmaktadırlar. Hayali Prekambriyen ara geçiş fosilleri yerine, sayıları artmış kompleks Kambriyen canlıları ile karşılaşılması, Kaliforniya Üniversitesi paleontoloji profesörü evrimci Bruce Runnegar’ın da şu itirafta bulunmasına sebep olmuştur:
Beklendiği gibi paleontologlar fosil kayıtları üzerinde yoğunlaştılar ve omurgasız gruplarının müthiş çeşitliliğinin erken tarihi ile ilgili çok zengin bir bilgi topladılar. Ama onların kökeni hakkında öğrendikleri oldukça az.15
Evrim teorisinin dayandığı tek nokta fosil kayıtlarıdır. Ancak fosil kayıtlarının yeterliliği, yeryüzünün oldukça büyük bir alanının kazılıp araştırılmış olduğu gerçeği, canlıların evrim geçirmediklerinin açıkça anlaşılması için yeterlidir. Yaşanmış olan herhangi bir evrim süreci yoktur. Evrimcilerin, “fosil kayıtları yeterlidir ve şu ana dek hiçbir ara fosil canlısına rastlanmamıştır” şeklindeki açıklamaları, aslında “evrim teorisini destekleyecek tek bir delil bile yoktur” itirafından farklı bir şey değildir. Ve bu gerçek, açıkça, tüm delilleriyle Allah’ın Yüce Varlığı’nı, mükemmel yaratma sanatını ve üstün kudretini göstermektedir. Canlılar, adeta birer sanat eseri gibi, sahip oldukları tüm hayranlık uyandırıcı özellikleriyle birlikte Allah’ın dilediği bir anda, Allah’ın dilemesiyle yaratılmışlardır.
Haberin olsun, göktekilerin ve yerdekilerin tümü gerçekten Allah’ındır. Haberin olsun; şüphesiz Allah’ın va’di haktır; ancak onların çoğu bilmezler. O, diriltir ve öldürür. Ve O’na döndürüleceksiniz. (Yunus Suresi, 55-56)
Göklerde ve yerde ne varsa tümü Allah’ındır. Allah, her şeyi kuşatandır.
(Nisa Suresi, 37)
Kambriyen Öncesi Yeryüzü
550 milyon yıldan daha yaşlı olmayan Kambriyen kayaları en eski hayvan fosillerini içeriyordu – arthropodlar, yumuşakçalar, brachiopodlar ve diğerleri. Bunların aşağısında hiçbir hayvan fosili yoktu. Darwin’in kendisi de kabul etmekteydi ki, doğal seleksiyon ile evrim teorisi, bütün bu canlıların türedikleri önceki popülasyonları içine alan bir tarihe sahip olmalıydı. Bilim adamları sayısız önerilerle geldiler; canlıların evrimindeki bu kritik aralıkta bulunan fosilleri barındıran kayalıklar aşınmış veya metamorfoza uğramıştı. Veya canlılar taze su kaynaklarının bulunduğu göllerde ortaya çıkmış ve hemen arkasından okyanuslara gitmişlerdi. Bunların hiçbiri tatmin edici değildi. Ve Kambriyen döneminin başlangıcını tanımlayan zengin hayvan fosilleri, bir muamma olarak kaldı.16
Prekambriyen dönemi (Kambriyen öncesi dönem), Dünya’nın oluşumundan Kambriyen dönemine kadar olan süreye verilen isimdir. Dünya’nın yaşının yaklaşık 4.6 milyar yıl olduğu kabul edilmektedir. Bu dönemdeki en eski organizmalara ait doğrudan kanıtlar ise 3.5 milyar yıl öncesine aittir. Bunlar siyanobakteri (cyanobacteria) adı verilen, denizlerde yaşayan ve fotosentez yapabilen bakteri kolonilerinin bazı katmanlarda bir halı gibi serilmiş kalıntılarıdır. Siyanobakteriler, prokaryot tipi tek hücreli canlılardır. Yaklaşık 2 milyar yıl kadar önce ökaryot tipi hücreler fosil kayıtlarında belirmiştir. Bunlar, hücrelerindeki DNA çekirdek içinde paketlenmiş olan ve zarla kaplı organellere sahip olan hücrelerdir (Bu özellikler prokaryotlarda bulunmaz). Yeryüzü, günümüzden 3.5 milyar ila 600 milyon yıl önceki dönemde, sadece prokaryot ve ökaryot tipi tek hücreli organizmalara ev sahipliği yapmıştır. Dolayısıyla yaşam formları, yeryüzü tarihinin yaklaşık %85′inden fazlasında ancak tek hücreli canlılardan ibarettir.
Çok hücreli organizmalar ise ilk olarak 600 milyon yıllık kayalıklarda ortaya çıkmaktadırlar. Bunların çoğu, yorumlanmaları güç olan ve varlıkları çamur tabakalarında bıraktıkları kurumuş izlerden anlaşılan organizmalardır. Yapı olarak genellikle yassıdırlar. Görünürde hiçbir organa sahip değildirler. Gözleri, hareket etmelerini sağlayan uzantıları, kısacası kompleks fizyolojik sistemleri yoktur.
Dolayısıyla Prekambriyen döneminde, yaşam formları çok geniş zaman dilimleri boyunca tek hücreli canlıları barındırmış, ancak Prekambriyen’in sonunda -çoğunun niteliği belirsiz- çok hücreliler ortaya çıkmıştır.
Kambriyen dönemi, Prekambriyen’in bu tekdüzeliğine kıyasla geniş çaplı ve ani bir yeşerme gibidir. Bu yeşerme, hiçbir organa sahip olmayan canlıların hakim olduğu dönemin perdesini kapatmış, biyolojik kompleksliğin olağanüstü boyutlarda artış gösterdiği, ekosistemlere sahip, yepyeni bir dönem başlatmıştır. Bu dönemde, dünyanın her yerinde, aşağı yukarı aynı zamanda, kabuklu deniz omurgasızlarının mükemmel çeşitleri ortaya çıkmıştır.
Ortaya çıkan canlı grupları anatomik olarak birbirlerinden kolaylıkla ayırt edilebilen, özgün beden yapılarına sahiplerdi. Bunlar, günümüzde de örnekleri bulunan eklembacaklılar, brachiopod’lar (duyargalarına yakın kabukları bulunan omurgasız) ve yumuşakçalar gibi filumlardı. Kambriyen’de ortaya çıkan filum sayısı, yorumlara göre değişmekle beraber, ortalama 50 civarındaydı. Kambriyen canlılarının bazıları, daha önce yaşamış hiçbir canlının sahip olmadığı göz, solungaç, duyarga, ayaklar, mide gibi kompleks organlar ve kompleks fizyolojik sistemlerle donanmıştı. Kısacası, günümüz okyanuslarında gördüğümüz sert kabuklu omurgasızların tüm tipik formları ilk olarak Kambriyen denizlerinde belirmişti.
Gerçek şu ki, Allah zerre ağırlığı kadar haksızlık yapmaz. (Bu ağırlıkta) Bir iyilik olursa, onu kat kat kılar ve kendi yanından pek büyük bir ecir verir. Her ümmetten bir şahid getirdiğimiz ve onların üzerine seni şahit olarak getirdiğimiz zaman nasıl olacak?
(Nisa Suresi, 40-41)
Prekambriyen dönemini önemli kılan, evrimcilerin, Kambriyen patlaması sonucunda ortaya çıkan fosillerle ilgili bir ipucu sağlayacak, bunların hiç gerçekleşmemiş evrimleri hakkında delil verebilecek bir dönem olduğunu düşünmeleriydi. Evrimcilere göre, Kambriyen patlamasının tüm delillerinin, Prekambriyen devrinde ortaya çıkmaları gerekiyordu. Kambriyen’e ait canlıların tüm hayali ataları, Prekambriyen’de kendilerini göstermeliydiler. Aksi takdirde, canlıların evrimi senaryosu, bir senaryo olmaktan öteye gidemeyecek ve rafa kaldırılacaktı. Nitekim öyle de oldu.

Niles Eldredge
Kambriyen canlılarının özellikleri keşfedildikçe, Prekambriyen devri çok daha büyük bir öneme sahip oldu. Ancak zamanla artan araştırmalar, daha da artan bulgular, bu dönem ile ilgili olarak yalnızca şu bilgileri veriyordu: Prekambriyen döneminde tek hücreli canlılardan başkası yaşamamıştı. Yapılan detaylı araştırmalar, bundan fazlasını göstermiyordu. Bulunan fosiller, yumuşak bedenlerinden örnekler bırakmış olan bu canlılara aitti. Fosiller, kompleks canlıların evrimsel ataları ile ilgili herhangi bir bilgi vermiyor, durumu evrimciler açısından çok daha zorlaştırıyordu. Kaliforniya Üniversitesi’nden Botanik Profesörü evrimci Daniel I. Axelrod, Prekambriyen kayalıklarının, aradıkları fosilleri vermediği gerçeğini şu şekilde açıklıyordu:
Jeoloji ve evrimin çözülmemiş en büyük problemlerinden biri, tüm kıtalardaki alt Kambriyen kayalarında çeşitli, çok hücreli deniz omurgasızlarının ortaya çıkışı ve çok daha uzun bir dönem boyunca bunların kayalıklarda olmayışıdır.17
Söz konusu bulguların açığa çıkardığı gerçek şudur: Evrimcilerin sürekli olarak karşılaştıkları fosil kayıtlarındaki boşluk, Prekambriyen yataklarında tekrar karşılarına çıkmıştır. Siyaset bilimci ve aynı zamanda bir evrimci olan Robert G. Wesson, evrimcilerin görmezden gelemeyecekleri fosil kayıtları gerçeği ile ilgili şunları söylemiştir:
Fosil kayıtlarındaki boşluklar bir gerçektir. Herhangi bir önemli kolun fosil kaydının yokluğu, oldukça şaşılacak bir şeydir. Türler genellikle veya hemen hemen durağandır, (…) sınıflar hiçbir zaman yeni türlere veya sınıflara evrim göstermemekte, ama birbirlerinin yerine geçmekte ve bu değişim neredeyse ani olmaktadır.18
Fosil bilimcilerin ortaya çıkardıkları gerçek; dört milyar yıl önceki manzaranın, bundan 600 milyon yıl öncesine kadar değişmemiş olduğudur. Bu uzun dönem, tek hücrelilerin barındığı ıssız bir dünya ortamını tarif eder. Evrimciler bu büyük boşluğa açıklama getirebilmek için çok uğraşmışlardır. Ancak şimdiye kadar getirilen tüm iddialar geçersiz kalmış ve Prekambriyen’e ait hayali ara geçiş boşluğunu dolduracak herhangi bir delile rastlanmamıştır.
Bazı evrimciler, kendileri açısından zor olan bu durumu çeşitli şekillerde açıklamaya çalışırlar. Örneğin evrimci Niles Eldredge, şu açıklamanın ardına sığınmıştır:
Erken Kambriyen’deki ara geçiş formlarıyla ilgili pek fazla kanıt göremiyoruz, çünkü ara geçiş formları yumuşak bedenli olmalı ve bu nedenle de fosil bırakmaları muhtemel olmamalıdır.19
Aslında Eldredge’in veya herhangi başka bilim adamının bu açıklamayı yapmış olmaları şaşırtıcıdır. Çünkü onlara göre, kabuklu Kambriyen canlılarının hayali kökeni her ne ise, mutlaka kompleks varlıklar olmalıdır. Zorlukla bulunabilen yumuşak bedenli canlılar değil.
Üstelik, yapılan bu açıklama bir aldatmacadan başka bir şey değildir. Çünkü Prekambriyen döneminde yaşamış, tek hücreli canlılara ait fosiller oldukları gibi kalmışlar ve araştırmacılara pek çok örnekler sunmuşlardır. Ayrıca, Kambriyen canlılarının pek çoğunun sinir sistemleri de dahil olmak üzere yumuşak dokularının büyük bölümü fosil kalıntılarında kalmış durumdadır. Bu durumda, yumuşak yapılı hayali ara geçiş canlılarının fosil kalıntısı bırakmadıkları iddiasını, Prekambriyen ve Kambriyen kayalıkları baştan geçersiz kılmaktadır.
Nitekim Eldredge, bu konu ile ilgili olarak şu itirafta da bulunma ihtiyacı hissetmiştir:
Çok hücreli yaşamın ani çeşitliliği ile ilgili hala oldukça büyük bir problem var. Bunda hiçbir şüphe yok. Bu gerçekten şaşılacak bir şey.20
Eldredge ile birlikte “sıçramalı evrim” teorisini gündeme getiren ve bu teori ile Kambriyen canlılarına açıklama getirmeye çalışan Stephen Jay Gould’un bu konudaki itirafı ise, çok daha açıklayıcıdır:
Canlılığın tarihinde açık bir gelişme bulunamamasını, fosil kayıtlarının en kafa karıştırıcı gerçeği olarak görüyorum.21

Fosil kayıtlarında, hiçbir ara geçiş fosili yoktur. Timsahlar timsah, sincaplar sincap, tavşanlar da tavşan olarak iz bırakmışlardır. Bu gerçek, evrimcilerin tüm canlıların hayali atalarının oluşmasını bekledikleri Kambriyen dönemi için de böyledir. Canlılar, hiçbir ara geçiş özelliği göstermeden, hiçbir hayali ataya sahip olmadan, tam kompleks halleriyle fosil kayıtlarında bir anda belirmişlerdir.
Olaylara objektif bakan ve mantıklı düşünen bir insan için aslında bunda şaşırtıcı hiçbir yön yoktur. Yeryüzü, yaşanmamış bir geçiş süreci ile ilgili bilgi vermemektedir ve bu son derece doğaldır. Çünkü evrim süreci diye bir şey yoktur. Prekambriyen kayalıklarında tek hücreli canlıların fosilleri ele geçmiştir, çünkü o dönemde yaşayan yegane canlılar onlardır. Geride bıraktıkları kalıntılar ve o dönemde Dünya’nın ve atmosferin özelliklerine dair veriler bu gerçeği kanıtlamaktadır.
Ne Prekambriyen dönemde ne de bu dönemin öncesinde ve sonrasında yaşanan bir evrim yoktur ve fosiller bunu en güzel şekilde delillendirmektedirler. Fosiller, günümüzden milyonlarca yıl önce yaşamış olan canlıların birer yaratılış harikası olduklarını ve      Allah’ın üstün gücü ile bir anda, kusursuz şekilde var edildiklerini göstermektedir. Evrimcilerin tek dayanağı olan paleontoloji, yaratılış gerçeğini kanıtlamış ve evrim teorisini açıkça geçersiz kılmıştır. (Detaylı bilgi için bkz. Ara Geçiş Açmazı, Harun Yahya, Araştırma Yayıncılık) Evrim savunucularının bir kısmı bunu kabul etmişlerdir. Fakat bazı evrimciler tarafından bunun kabul edilmesi, zaman alacak gibi görünmektedir. Glasgow Üniversitesi’nden jeoloji profesörü evrimci Neville George, Prekambriyen canlılarının hiçbir ara geçiş örneği sunmaması gerçeğinin, “özel bir yaratılış” dışında hiçbir açıklaması olmadığını şu sözlerle itiraf eder:
Temel hayvan gruplarının evrimsel bir kökeni olduğunu ve bunun özel bir yaratılış olmadığını kabul ettiğimizde, Prekambriyen kayalıklarında filumların tek bir üyesinin bile hiçbir şekilde fosil kaydı bırakmamaları, Darwin döneminde olduğu gibi, şu anda hala açıklamasızdır.22
Prekambriyen döneminde yaşayan tek hücreli canlıları var eden, onlar için bir yaşam tarzı belirleyen ve onların tüm durumlarını bilen Allah’tır. Müthiş çeşitliliğe sahip Kambriyen canlılarını ortaya çıkaran, onlara birbirinden farklı özellikler verip onları birlikte yaşatan da Allah’tır. Allah, tüm varlıkların Yaratıcısı’dır. Evrimciler bu gerçeği görmedikleri, açıkça kabul etmedikleri sürece, yeryüzü tarihine ait tüm gerçekler onları şaşırtmaya, onları çaresiz bırakmaya devam edecektir. Allah bir ayetinde şöyle buyurur:
Yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O’dur; bu O’na göre pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce misal O’nundur. O, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Rum Suresi, 27)

Sahte Bir Ara-Geçiş Faunası*: Ediacaran
Kambriyen kayalarının altındaki kayalara Prekambriyen kayaları ismi verilir. Bunların bazıları binlerce metre kalınlıktadır ve çoğu yerinden oynamamıştır, dolayısıyla fosillerin korunumu için çok uygun koşullar sağlamaktadırlar. Eğer mikroskobik, tek hücreli, yumuşak bedenli bakteri ve algleri bulmak mümkünse, bu organizmalarla kompleks omurgasızlar arasındaki geçiş formlarının fosillerini bulmak da kesinlikle mümkün olmalıdır. Böylesine kompleks organizmaların çeşitliliğinin evrimleşmesi için gerekli çok uzun zaman diliminde milyar kere milyarlarca sayıda ara formlar yaşamış ve ölmüş olmalıdırlar. Dünyanın müzeleri, geçiş formlarının devasa koleksiyonlarıyla dolup taşıyor olmalıdır. Gerçekte, böyle tek bir fosil dahi bulunmuş değildir! Başlangıçtan beri denizanaları denizanası, trilobitler trilobit, süngerler sünger ve salyangozlar da salyangoz kalmışlardır. Dahası, örneğin, deniztarağı ve salyangoz; sünger ve denizanası; veya trilobit ve yengeçleri birbirine bağlayan tek bir fosil bulunmuş değildir.23 (Kaliforniya Üniversitesi Biyokimya profesörü Duane Gish)

Kambriyen öncesi canlıların kalıntılarının bulunduğu Avustralya’daki Ediacara tepeleri.
Ediacaran faunası, Prekambriyen’in sonunda günümüzden yaklaşık 620 ila 543 milyon yıl önceki dönemde yaşamış çok hücreli canlıları temsil eder. Prekambriyen’in sonlarına doğru, Avustralya’nın Ediacara tepelerinde, yaklaşık 600 milyon yıl öncesine ait olarak bulunan fosiller, daha önceki bulgulardan herhangi bir sonuca ulaşamamış evrimci çevreler için, bir umut ışığı olarak kabul edilmiştir. Çok hücreli canlılarda görülen çeşitlilik evrimciler tarafından, Kambriyen canlılarına ulaşan bir evrimsel süreç olarak değerlendirilmek istenmiştir. Günümüz evrimci bilim adamları bu fosillerden yola çıkarak, Kambriyen döneminin açıklanabileceğini iddia etmişler ve çeşitli teoriler üretmişlerdir. Ancak bu yönde gösterilen çabalar da, hiçbir bilimsel bulgu ile delillendirilememiş ve sonuçsuz kalmıştır.
1946 yılında Avustralyalı jeolog Reginald Spriggs’in, Avustralya Flinders Sıradağları’ndaki Ediacara tepelerinde bulduğu fosiller, 580-560 milyon yıl öncesini temsil ediyordu. Bilim adamları Paleozoik dönemden önce gelen bu döneme Ediacaran dönemi adını vermişlerdir. Ediacaran faunasının özelliği, bu dönemde aniden ortaya çıkan bazı çok hücreli canlıların varlığı nedeniyle, evrimci bilim adamları tarafından büyük bir heyecanla sahte bir ara geçiş faunası olarak kabul edilmesiydi. Kambriyen dönemine yakınlığı nedeniyle bu fosiller, evrimciler için büyük önem taşımaktaydılar. Avustralya’da bu döneme ait pek çok fosil bulunmasının ardından, Güney Namibya, Rusya, İngiltere, İsveç, Kanada ve Amerika’da da bu dönem fosil örneklerine rastlandı. Bütün bu araştırmalar sonucunda ele geçen sonuç şuydu: Ediacara bölgesinde rastlanmış olan yaklaşık 16 değişik tür, arkalarında hiçbir sert doku kalıntısı bırakmamışlardı.24 Bir başka deyişle, bu canlıların tamamı yumuşak vücutlu idi.
Prekambriyen dönemin hemen ardından Ediacaran dönemi yataklarında, aniden, büyük bir çeşitlilikte çok hücreli canlıların ortaya çıktığı doğrudur. Fakat bunlar, Kambriyen canlılarından tamamen farklı, kendilerine özgü biçimleriyle ortaya çıkarlar. Bu canlılar, Kambriyen canlılarında olduğu gibi sert dokulara ve çeşitli kompleks yapı ve organlara sahip değildirler. Bunlar, genellikle tüylü eğrelti otuna, keseye ve diske benzer şekillere sahip canlılardır. Çeşitli hassas uzantılara sahip olan bu organizmaların hiçbirinin baş kısımları veya dolaşım, sinir ya da sindirim sistemleri yoktur. Kompleks fizyolojik sistemlere sahip değildirler ve nitelikleri genel olarak belirsizdir.
Bu çok hücreli yaşam formlarının Kambriyen’in hemen öncesinde ortaya çıkması, bu canlılar üzerinde oldukça fazla spekülasyon yapılmasına neden olmuştur. Kambriyen canlılarına açıklama getirmeye çalışan hemen her evrimci bilim adamı, Ediacaran dönemi canlıları üzerinde teoriler üreterek Kambriyen’e bir “ata” bulmaya çalışmıştır. Örneğin, evrimci paleontolog Martin Glaessner ve çalışma arkadaşları, Ediacaran faunasında, günümüz filumlarına ait bazı özellikler tespit edebileceklerini, ancak bu fosillerin, özellikleri tanımlayabilecek kadar iyi muhafaza olmadıklarını iddia etmişlerdir. Yine bir evrimci olan paleontolog Dolf Seilacher ise, aslında günümüz denizanalarına benzer canlıların o dönemde yaşadıklarını, ama kıyıya çıktıklarında kumun üzerindeki çukurlar haline geldiklerini iddia etmiştir. Ona göre, bu durum bazı hayvanların suyun içinde yüzmek yerine, çamurun altında yaşadıkları izlenimini de vermiştir.25 Alman paleontolog Adolf Seilacher ve Harvard Üniversitesi’nden Stephen Jay Gould için bu fosiller, tek hücreliden Kambriyen’deki müthiş çeşitliliğe geçiş sırasında yaşanan “başarısız deneylerdir”. Oregon Üniversitesi’nden paleontolog Gregory Retallack için ise, Ediacaran fosilleri hayvan bile değildirler. Ona göre bunlar, birer liken örneğidirler. (Liken: Mantarlarla alglerin ortak yaşamasından ortaya çıkan yeni canlı türü.) Fotosentez yolu ile beslenebilmişler ve 5 km’ye varan kayalıkların altında oldukları gibi kalmışlardır.26
Görüldüğü gibi Ediacaran konusunda evrimcilerin kendi aralarında bile bir fikir birliği yoktur. Asıl önemli olan ise; bu iddiaların hiç birinin, Kambriyen dönemindeki ani canlı patlamasının nasıl meydana geldiğine bir açıklama getirememesidir. Hiçbiri, Kambriyen canlılarının sözde atalarının nerede olduklarına dair bir ipucu vermemektedir. Ayrıca, Ediacaran faunasında bulunan ve Kambriyen canlılarından farklı şekillerde nitelendirilen bu yeni formların da kökeninin ne olduğunun açıklanması gerekmektedir. Dolayısıyla Ediacaran canlıları, evrimciler için bir umut ışığı değil, açıklanması gereken bir başka önemli sorundur.
Allah’ın gökleri ve yeri hak ile yarattığını görmüyor musunuz? Dilerse sizi giderir-yok eder ve yeni bir halk getirir.
(İbrahim Suresi, 19)
Kaliforniya Berkeley Üniversitesi’nin Paleontoloji Müzesi isimli internet sayfasında bu dönem canlıları hakkında şunlar söylenmektedir:
Bu fosillerin ne olduğu sorusu hala herkesi tatmin edecek şekilde cevaplanmış değil; çeşitli zamanlarda yosun, liken, dev tek hücreli hayvanlar ve hatta günümüzde yaşayanlarla hiçbir bağlantısı bulunmayan ayrı bir hayvan alemi oldukları tahmin edildi. Bu fosillerin bazıları yorumlanması zor olan basit lekeler ve bunlar neredeyse herşeyi temsil ediyor olabilirler. Bazıları en çok nayderyanlara, solucanlara veya eklembacaklıların yumuşak bedenli akrabalarına benziyor. Diğerlerinin yorumlanması daha az kolay ve bunlar soyu tükenmiş filumlara ait olabilirler. Ancak Vendian kayaları yumuşak bedenli fosillerin yanı sıra, muhtemelen çamur üzerinde sürünen solucan benzeri hayvanların bıraktığı iz fosilleri de içeriyor.27
Ediacaran faunasına ait birkaç fosil üzerine spekülasyonlarını sürdüren evrimciler için durum, Ediacaran dönemine ait fosil türlerinin, Dünya’nın başka yerlerinde de bulunmaya başlamasıyla daha da zorlaşmıştır. Bulunan yeni fosiller, öncekilerden daha kompleks özellikler sergilemekte, ancak bunlar yine Kambriyen canlıları ile hiçbir şekilde ilişkilendirilememekte ve bu durum, söz konusu dönemde de bir hayvan çeşitliliğinin meydana geldiğini göstermektedir.
*Fauna: Bir yerde / dönemde yaşayan hayvanların tümü

Ediacaran Dönemi Canlı Çeşitliliği ve Evrimcilerin Çelişkileri
Kambriyen’den önce veya Kambriyen sırasında ortaya çıkan tüm hayvan filumlarının birbirlerinden farklı olduklarını kabul etmek daha makuldür. Çünkü tamamen son hallerinde ortaya çıkmışlardır ve bir türü diğerine bağlayacak hiçbir ara form yoktur.28 (New York Üniversitesi Evrimsel Biyoloji Profesörü evrimci Douglas Futuyma)

Kambriyen öncesi canlıların kalıntılarının bulunduğu Avustralya’daki Ediacara tepeleri. Ediacaran canlıları, kendilerinden önceki tek hücrelilerden farklı, ilginç görünümlü canlılardı. Ancak bunlar, Kambriyen canlılarıyla hiçbir benzerlik göstermiyorlardı. Ediacaran canlıları nasıl birdenbire ortaya çıktılarsa, Kambriyen canlıları da o şekilde ortaya çıkmışlardı.
Ediacaran dönemi canlıları, kendilerinden önceki ve sonraki canlılardan farklı özelliklere sahip ilginç canlılardı. Yaklaşık yarım metre uzunluğunda Dickinsonia, ezilmiş bir görünüme sahip süngerimsi bir canlı olan Palaeophragmodictya, disk şeklinde, üzerinde küçük oluklar bulunan Aspidella, Ediacaran dönemi canlılarından birkaçıydı. Bunların bir kısmı, şu anki yaşayan hiçbir canlıya da benzemiyordu. Ancak birkaçı da, günümüz denizyıldızlarına, denizanalarına, süngerlere ve denizkalemlerine benzer özellik gösteriyorlardı.  Bu ilginç görünüşlü canlıların ortaya çıkmasıyla, evrimciler arasında büyük bir fikir ayrılığı başladı. Cambridge Üniversitesinden evrimci Simon Conway Morris, bu konuyla ilgili olarak, “Problem, aynı fosillerin, farklı kişiler tarafından tamamen farklı şekillerde yorumlanıyor olmasıdır.” demişti.29
Ancak daha sonra Rusya’da ele geçen bulgular, bunların gerçekten bazı kompleks özelliklere sahip çok hücreli canlılar olduğunu onayladı. Çeşitli Dickinsoniaörnekleri ve gözyaşı damlasına benzeyen ve kenarları fırfır şeklinde olanKimberella canlılarının örnekleri bulundu. Kimberella‘nın geride bıraktığı izler, bu canlının hareket edebildiğini gösteriyordu. Yani bu canlılar, kendilerinden önceki tek hücreliler gibi bulundukları yerde yaşayıp çoğalmıyorlardı. Yürümelerini sağlayabilecek organlara ve uzantılara sahiptiler.30 İngiltere Newfouldland’da bulunan Ediacaran fosilleri ise çalı biçiminde, tüye benzer şekillere sahiptiler ve bunlar çeşitli kolonilerden oluşuyordu. Bu canlıların tüye benzer uzantılarının her biri en az üç ayrı parçaya bölünmüştü. Ve bunların uç kısımları öne doğru eğimliydi. Bu canlıların en küçüklerinde bile söz konusu mikroskobik uzantı öbekleri görülebiliyordu.31 Dolayısıyla Ediacaran canlıları, bazı bilim adamlarının zannettikleri gibi içi su dolu sıradan hücre topluluklarından ibaret değildi.

Ediacaran canlılarından örnekler: En sol: Dickinsonia Sol alt ve soldaki çizim: Kimberella Sağdaki çizim ve yanındaki fosil: Spriggnia
Evrimciler, aynı dönemde ortaya çıkmış olan bu birbirinden farklı canlılara bir evrim senaryosu oluşturabilmek için çok uğraştılar. Fosillerin her biri için farklı sıralamalar yaptılar. Ancak ne Namibya’da bulunanlar İskoçya’dakilere uyuyor, ne de Rusya’da ele geçenler, İngiltere’dekilere uyuyordu. Aralarında bir bütünlük sağlayamadıkları bu fosilleri, Kambriyen canlılarına ilişkilendirme çabaları ise, evrimciler açısından büyük bir hayal kırıklığı oldu. Kambriyen canlılarını, onlardan önceki organizmalara bağlayan herhangi bir fosil kanıtı yoktu. Eldeki gayet muntazam kaydedilmiş Kambriyen öncesi fosillerin kalıntıları, Darwin teorisinin öngördüğü adım adım değişimin uzun tarihini yalanlamaktaydı.32
Simon Conway Morris, bu açık gerçeği şu sözlerle itiraf ediyordu:
Ama yine de, Ediacaran ve Kambriyen dönemi faunaları arasındaki farklar, iki dönem arasındaki benzerliklerden çok daha dikkat çekicidir. Bu farklar, Kambriyen’deki yeni canlı topluluğu tarafından Ediacaran bileşenlerinin seyreltilmesi yoluyla açıklanamaz. Daha çok, bu iki fauna arasında meydana gelen değişiklik, bir ‘eskilerin yerini yenilerin alması’ olayına benzemektedir.33
Gerçekten de, Kambriyen’de ortaya çıkan formlar, Ediacaran’da ortaya çıkanlardan tamamen farklı canlılardı. Bu gerçeğin ortaya çıkmasıyla bazı evrimciler, Kambriyen canlılarının sözde “atalarının” bulunamamasının sebebini, dağılmış fosil kayıtlarına bağladılar. Bazıları, Kambriyen canlılarının sözde atalarının ya çok küçük olduklarından ya da yumuşak yapıya sahip olduklarından “fosilleşemediklerini” iddia ediyordu. Bazıları ise, çeşitli moleküler karşılaştırmalarla, Kambriyen’den milyonlarca yüzyıl önce var olan hayali bir atadan bahsediyordu.

Darwinistler, Kambriyen canlılarının “hayali atalarının” yumuşak dokulu oldukları için kalıntı bırakmamış olduklarını iddia ederler. Oysa 3.5 milyar yıl öncesine ait en eski bakteri fosilleri, evrimcilerin bu aldatıcı iddialarını ortadan kaldırmaktadır.
Kuşkusuz bu ve bunun gibi iddiaların hiçbiri, bilimsel bir temele dayanmıyor, varsayımdan öteye gidemiyordu. “Dağınık fosil kayıtları” iddiası pek çok paleontolog tarafından reddedildi. Kambriyen öncesi döneme ve Kambriyen’e ait yeterince fosil bulunmuştu ve bunlar, eğer herhangi bir yerde bir “ata” olsa, bunun keşfedilmiş olacağına dair paleontologları ikna etmişlerdi.
Kambriyen öncesi döneme ait fosillerin, küçük ve yumuşak dokulu oldukları için iz bırakmadıkları iddiası ise, daha önce de belirttiğimiz gibi son derece gerçek dışı bir iddiadır. İddianın geçersizliğini görebilmek için, neredeyse 3 milyar yıl önceki kayalarda, bakterilerin mikrofosillerinin bulunduğu gerçeğini dikkate almak yeterlidir.34 Buna göre eğer Ediacaran döneminde, Kambriyen canlılarına benzer komplekslikte yumuşak yapıya sahip canlılar yaşamış olsaydı, kuşkusuz bunların da fosil izleri bırakmış olmaları gerekirdi. Ancak Ediacaran ile ilgili olarak elimizde olan, çeşitli çok hücreli yapılardan ibarettir. Ancak bunlar, sonradan ortaya çıkacak olan filumlardan tam anlamıyla farklı ve bağımsızdırlar.
Ve bunlar, yumuşak dokularına rağmen, fosil kayıtlarında izlerini bırakmışlardır.
Simon Conway Morris, bu konuyla ilgili olarak şunları söylüyordu:
(Alman paleontolog Adolf) Seilacher, radikal bir alternatife öncülük etti. Ediacaran fosillerinin kesin olarak cnidarian, arthropod ve annelid hattametezoan bile olmadıklarını iddia etti. Onun doğru söylemiş olabileceğini düşündüren sebeplerden biri, bu fosillerin normal olmayan bir düzen içinde saklanmış olmasıdır. Neredeyse hepsi yumuşak dokulu olmalarına rağmen, Ediacaran fosilleri tipik bir şekilde kaba katmanlar (balçık taşları ve kumtaşları) üzerinde korunmuşlar, sığ, hareketli sular üzerinde kalıntı bırakmışlardı. Bu bölgeler paleontologların, yumuşak dokuların korunmasını bekledikleri veya korunmuş yumuşak dokular aradıkları en son yerdi.35
1984 yılında Natural History dergisinde, Stephen Jay Gould’un Avustralya’daki Ediacaran fosilleri ile ilgili uzun bir makalesi yayınlandı. Gould, burada bulunan canlıların, Kambriyen’de olduğu gibi kendilerine has özel yapılara sahip temel modelleri paylaştıklarını belirtiyordu. Kambriyen canlıları, Ediacaran canlılarının yerini almış yeni varlıklardı ve henüz Kambriyen’dekiler ortaya çıkmadan Ediacaran canlılarının nesli tükenmişti. Kambriyen canlıları, Ediacaran’dakilerin gelişmiş halleri değillerdi. Dolayısıyla Ediacaran formları, Kambriyen canlılarının atası olamazdı. Yumuşak bedenli ve kendilerine özgü yapıları olan Ediacaran canlıları, sert bedenli ve çok daha kompleks olan Kambriyen canlılarıyla büyük bir farklılık gösteriyordu.36 Bu önemli gerçek karşısında Gould, şu itirafta bulunmak zorunda kalmıştı:
Ediacaran dönemine ait çok hücreli kompleksliliğinin başlangıcından beri yaşamın tarihini incelediğimiz her zaman, bir konu daima en şaşırtıcı gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır – omurgasız deniz canlıları faunasına uzanan zaman içinde, açık bir düzen ve süreçten yoksun olduğumuz gerçeği.37
Simon Conway Morris’in konuyla ilgili itirafı ise şöyleydi:
Birkaç Ediacaran kalıntısı dışında, Ediacaran’ın ilginç yaşamı ile nispeten tanıdık Kambriyen fosilleri arasında keskin bir sınır var gibi gözükmektedir.38
1983 yılında Kambriyen’in kökeni sorununu çözebilmek için bir seri konferans düzenlendi. Science News dergisinin, International Geological Correlation Project (Uluslararası Jeolojik İlişkiler Projesi) komitesi ile birlikte gerçekleştirdiği bu oturum, 4. gününde, Kambriyen-Prekambriyen sınırı hakkında gelecekteki tüm çalışmalar için bir referans noktası bulabilmek amacıyla bilim adamlarının oyları ile belirsiz bir zamana ertelendi. Amerika Jeological Society’den (Amerikan Jeoloji Kurumu) Allison Palmer, oturumun ertelenmesi sonrasında, “Bizi kolay günlerin beklediğini sanmıyorum. Her birimiz birbirinden farklı derecelerde mutsuz olacağız,” açıklamasını yapıyordu.39
Görmüyorlar mı; gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerini yaratmaya gücü yeter ve onlar için kendisinde şüphe olmayan bir süre (ecel) kılmıştır. Zulmedenler ise ancak inkarda ayak direttiler. 
(İsra Suresi, 99)
Bundan sonra yapılacak oturumlar veya verilecek konferanslar da bir sonuç vermeyecekti. Çünkü Ediacaran canlılarını Kambriyen’e bağlayan herhangi bir delil yoktu. Bu canlıların evrimleştiklerine dair bir delil de yoktu. Yeryüzünde gerçekleşen bir evrim süreci hiçbir zaman olmamıştı. Evrimci bilim adamları, günlerce, yıllarca hiç yaşanmamış, yeryüzünde hiçbir delili olmayan bir şeyi arıyorlar, asla sonuçlandıramayacakları bir işe girişiyorlardı.
Dahası, Kambriyen canlılarının kökenini çözme konusunda bir buçuk asırdır adeta can çekişen evrimcilerin artık Ediacaran’da ortaya çıkan kompleks canlıların kökenine de bir açıklama bulmaları gerekiyordu. Büyük bir beklenti içinde araştırdıkları tüm katmanlar, buldukları tüm fosiller, sürekli olarak evrimcilerin aleyhine delil veriyordu.
Moskova Paleontoloji Enstitüsü Prekambriyen Organizmaları Laboratuvarı’nın başı Rus paleontolog Mikhail Fedonkin, bu konuyla ilgili olarak şunları söylemişti:
Durumumuz şu anda Charles Darwin’in 150 yıl önce içinde bulunduğu durum ile aynıdır. Darwin, Kambriyen omurgasızlarının atalarının yokluğu karşısında şaşkınlığa düşmüştü. Ve bu gerçeği, türlerin aşamalarla evrimleşmesi teorisine karşı güçlü bir argüman olarak değerlendiriyordu. Şu anda Vendian (Ediacaran) faunasının da atalarını bilemiyoruz. Bu fauna da, Kambriyen’de olduğu gibi ‘tamamlanmış hali’ ile aniden ortaya çıkmıştır.40
Evrimcilerin anlamayı reddettikleri gerçek, canlı varlıkların belli bir süreç sonrasında “tamamlanmış” bir hal almaya ihtiyaç duymamalarıdır. Çünkü canlılar, kendilerine verilmiş özel vücut yapıları, mükemmel metabolik sistemleri, kusursuz işlev ve genetik uyumları ile bir anda yaratılmışlardır. Onları yaratan yüce Allah, sonsuz ilme, sonsuz akla, sonsuz güzellikler sunan üstün yaratma sanatına sahiptir. Bir canlının var olması için, Allah’ın dilemesi yeterlidir. Yerde ve gökte olanların tümü Allah’a aittir ve evreni, gezegenleri, insanı yaratan, sayısız güzelliği ve nimeti hiç durmadan bize sunan Allah için tüm bunları yaratmak kuşkusuz çok kolaydır.
Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur, itaat-kulluk da (din de) sürekli olarak O’nundur. Böyleyken Allah’tan başkasından mı korkup-sakınıyorsunuz?
(Nahl Suresi,52)

Görmüyorlar mı; gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerini yaratmaya gücü yeter ve onlar için kendisinde şüphe olmayan bir süre (ecel) kılmıştır.
Zulmedenler ise ancak inkarda ayak direttiler.
(İsra Suresi, 99)


1 Charles Darwin, The Origin of Species, s. 234
2 Charles Darwin, The Origin of Species, s. 179
3 Charles Darwin, The Origin of Species, s. 172, 280.
4 Jonathan Wells, Icons of Evolution (Science or Myth, Why Much of What We Teach About Evolution is Wrong?), Regnery Publishing, 2000, s. 35 – Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 313-314
5 Jonathan Wells, Icons of Evolution (Science or Myth, Why Much of What We Teach About Evolution is Wrong?), Regnery Publishing, 2000, s. 37 – Charles Darwin, The Origin of Species, s. 351 – http://www.learnthebible.org/creation_science_cambrian_explosion_disproves_evolution.htm 
6 Charles Darwin, Evrim Kuramı – Seçme Yazılar, Eleştiriler, Hürriyet Vakfı yayınları, s. 124
7 Jonathan Wells, Icons of Evolution (Science or Myth, Why Much of What We Teach About Evolution is Wrong?), Regnery Publishing, 2000, s. 37
8 Jonathan Wells, Icons of Evolution (Science or Myth, Why Much of What We Teach About Evolution is Wrong?), Regnery Publishing, 2000, s. 37 
9 Peter Douglas Ward, On Methuselah’s Trail “Living Fossils and Great Extinctions”, W. H. Freeman and Company, 1992, s. 30 
10 http://www.learnthebible.org/creation_science_cambrian_explosion_disproves_evolution.htm - Discover, Ekim 1989, s. 65
11 Walter Starkey, The Cambrian Explosion “Evolution’s Big Bang? Or Darwin’s Dillema?”, WLS Publishing, 1999, s. 233 - http://www.creationscience.com/onlinebook/ReferencesandNotes24.html
12 Walter Starkey, The Cambrian Explosion “Evolution’s Big Bang? Or Darwin’s Dillema?”, WLS Publishing, 1999, s. 233
13 Andrew Parker, In The Blink of an Eye, Perseus Publishing, Nisan 2003, s. 15-18
14 Duane T. Gish, Evolution: The Fossils Still Say No!, Institude of Creation Research, California, 1985, s. 58
15 Duane T. Gish, Evolution: The Fossils Still Say No!, Institude of Creation Research, California, 1985, s. 68-69
16 Stephen Jay Gould, The Book of Life: The Burgess Shale and the Nature of History, W. W. Norton & Company Inc., 2001, s. 46
17 I. Axelrod, “Early Cambrian Marine Fauna,” Science, sayı 128, 4 Temmuz 1958, s. 7 http://www.learnthebible.org/creation_science_cambrian_explosion_disproves_evolution.htm
18 Wesson, Robert G., “Beyond Natural Selection”, MIT Press: Cambridge MA, 1994, s. 45 – http://members.iinet.net.au/~sejones/ fsslrc03.html#TOP
19 Duane T. Gish, Evolution: The Fossils Still Say No!, Institude of Creation Research, California, 1985, s. 67
20 Luther Sunderland, Darwin’s Enigma “Ebbing the Tide of Naturalism”, Master Books, 2002, s. 53
21 Stephen Jay Gould, “The Ediacaran Experiment,” Natural History, sayı 93, Şubat 1984, s. 23 – http://www.trueorigin.org/0105.asp 
22 T. Neville George, “Fossils in Evolutionary Perspective,” Science Progress, sayı 48, No. 189, Ocak 1960, s. 5 – http://www.learnthebible.org/creation_science_cambrian_explosion_disproves_evolution.htm
23 Duane T. Gish, “Creation Scientists Answer Their Critics”, Institute for Creation Research: El Cajon CA, 1993, s. 115-116
24 Andrew Parker, In The Blink of an Eye, Perseus Publishing, Nisan 2003, s. 15-22
25 Stephen Jay Gould, The Book of Life: The Burgess Shale and the Nature of History, W. W. Norton & Company Inc., 2001, s. 46-47
26 http://www.rae.org/cambrian.html
27 University of Chicago, Berkeley, Museum of Paleontology, http://www.ucmp.berkeley.edu/ vendian/critters.html 
28 Duane T. Gish, Evolution: The Fossils Still Say No!, Institude of Creation Research, California, 1985, s. 57
29 http://www.newscientist.com/article. ns?id=mg15621045.100
30 http://www.newscientist.com/article. ns?id=mg17823904.500 
31 http://www.sciencemag.org/cgi/content/ full/305/5687/1115/F1
32 Jonathan Wells, “Evrim mi, Mit mi?” Evrimin İkonları, Gelenek Yayıncılık, 2003, s. 48-49
33 Simon Conway Morris , The Crucible Creation The Burgess Shale and the Rise of Animals, Oxford University Press, 1999, s. 145-146
34 Jonathan Wells, Icons of Evolution “Science or Myth, Why Much of What We Teach About Evolution is Wrong?”, Regnery Publishing, 2000, s. 44
35 http://www.newscientist.com/article.ns?id=mg12717294.000 - New Scientist, 11 Ağustos 1999
36 Luther Sunderland, Darwin’s Enigma,”Ebbing the Tide of Naturalism”, Master Books, 2002, s. 56
37 Stephen Jay Gould, “The Ediacaran Experiment,” Natural History, sayı 93, Şubat 1984, s. 22 – http://www.trueorigin.org/ca_tw_02.asp 
38 Jonathan Wells, “Evrim mi, Mit mi?” Evrimin İkonları, Gelenek Yayıncılık, 2003, s. 48-49 
39 Luther Sunderland, Darwin’s Enigma, “Ebbing the Tide of Naturalism”, Master Books, 2002, s. 59
40 Mikhail Fedonkin, “Vendian body fossils and trace fossils,” Early Life on Earth. Nobel Symposium No. 84 (New York:Columbia University Press,1993), s. 370-388 – http://www.creationapologetics.org/editorials/cambrian.html

KAMBRİYEN PATLAMASI

KAMBRİYEN PATLAMASI
Canlılar biyologlar tarafından çeşitli sınıflara ayrılırlar. “Taksonomi” ya da “sistematik” olarak adlandırılan bu sınıflandırma içindeki hiyerarşik kategoriler canlıların çeşitli özelliklerine göre belirlenmiştir.
Canlıların Sistematiği
Buna göre canlılar ilk önce alemler olarak sınıflandırılırlar. Daha sonra filumlara ayrılır ve filumlar da birtakım alt gruplara çeşitlenirler. Söz konusu hiyerarşik sınıflandırma, şu şekilde belirlenmiştir:
Alem (Kingdom)
Filum (Phylum, çoğulu Phyla)
Sınıf (Class)
Takım (Order)
Aile (Family)
Cins (Genus, çoğulu Genera)
Tür (Species)
Bilim adamları, hayvanlar alemini beş aleme (son zamanlarda bu sayı, bazı sınıflandırmalara göre 6 bazılarına göre ise 3 olarak belirlenmiştir), bunları da 25 ila 35 filuma bölerler. Filumu belirleyen faktörler oldukça temeldir: Bunlar, organların ve dokuların sayıları ve çeşitleri, beden simetrisi ve beden çukurlarının yeri ve özelliği gibi detaylardır.41 Buradan yola çıkarak, filumu belirleyen faktörlerin dış özelliklerden çok, iç organizasyon olduğunu anlarız. Örneğin solucan şekli pek çok filum tarafından paylaşılan bir özelliktir. Ancak solucan görünümündeki farklı canlılar, benzer bir özelliği taşımalarına rağmen, farklı filumlara dahil birbiriyle bağlantısız canlılar olarak değerlendirilirler. Çünkü iç yapıları tümüyle farklıdır. İç organizasyon ise, canlının bedeninde oksijen-karbondioksit gibi gazların değişimi, gıdaların alımı ve çiftleşme gibi özelliklerin nasıl gerçekleştiği ile ilgilidir. Örneğin Arthropodlar (böcekler, örümcekler ve diğer eklembacaklılar) tümüyle ayrı bir filumu temsil eder. Chordata ise, notochorda (embriyonun sırt tarafında omurgayı oluşturacak olan hücre kümesinin oluşturduğu uzun kordon) veya daha çok omuriliğe sahip olan canlıları barındırır. Kuşlar, balıklar, sürüngenler, memeliler gibi omuriliğe sahip canlıların tümü bu filuma dahildir. Yumuşakçalar ayrı bir filumdur. Deniztarağı, istiridye, sümüklü böcek bu filuma dahildir. Diğer bir filum annelid‘lerdir. Bu kategoriye solucanlar girer. Tüm filumların en büyüğü ise kabuklu hayvanlardır. Yaklaşık 35 hayvan filumuna, bazı yumuşak bedenli canlıları barındıran Molluska filumu veya yuvarlak solucanları barındıran Nemotada filumu gibi oldukça çeşitli filumlar da dahildir.

Genler, mutasyon geçirerek tekrar işlev görebilir başka genler haline dönüşemezler. Değişerek, kol yerine kanat gibi apayrı organları meydana getiremezler. Bir canlıda, bir iç özelliğin kendi kendine ortaya çıkma ihtimali, bin defa attığımız bir zarın her defasında 6 gelme olasılığı kadar yani 1 trilyarda 1 ihtimaldir. Bu ihtimal matematiksel olarak sıfırdır.
Filumları belirleyen iç organizasyon, pek çok gen tarafından kontrol edilir. Bunun anlamı şudur: Bir canlının bir başka canlıya dönüşecek şekilde evrim geçirebilmesi ve birbirinden farklı iki filumun oluşabilmesi için, canlının iç yapısının tüm detaylarının birer birer tam teşekküllü olarak değişmesi, bunun için de bütün bu genlerin aynı anda mutasyona uğraması gerekmektedir. Gerçekleşen bu rastgele mutasyonların her birinin de fayda getirmesi gerekmektedir. Bilimsel olarak böyle bir değişimin oluşması imkansızdır. Mutasyonlar, %99 zarar getiren etkenlerdir. %1′lik kısmı ise etkisizdir. İç özellikler ise aşamalarla meydana gelemeyecek kadar komplekstirler. Genler değişerek, tekrar işlev görebilir şekle dönüşemez, yeni özellikler meydana getiren başka canlılara ait genler haline gelemezler. Aynı şekilde canlılar dış etkenlerden de çok az etkilenirler. İki canlının, çeşitli şartlara bağlı olarak, birbirine benzer, ortak bir iç özelliği, dış etkenlerle kendi kendine geliştirmesi mümkün değildir. Böyle bir ihtimal, bin defa attığımız bir zarın, her defasında 6 gelme olasılığı kadar yani 1.000.000.000.000.000.000′de (1 trilyarda) 1 ihtimaldir.42 (Detaylı bilgi için bkz.Hayatın Gerçek Kökeni, Harun Yahya)
Bu önemli bilgiler, canlıların birbirlerinden ne kadar farklı olduğunu genel hatlarıyla gösterebilmek için verilmiştir. Birbirinden farklı özellikler taşıyan canlılar, rastgele etkiler sonucunda kendilerinde daha önce olmayan bir özelliği geliştiremez, olmayan bir organı meydana getiremezler. Bu, canlıların sistematiğindeki en küçük birim olan “türler” için bile geçerli olan bir gerçektir. Türler, başka türlere dönüşemezler. Bu imkansızdır. Kambriyen döneminde ortaya çıkmış olan canlı çeşitliliğini ise, türlerden çok, birbirinden farklı “filumlar” oluşturur. Kambriyen dönemi, günümüzde var olan 35 filum da dahil olmak üzere 50 ayrı filumun aniden ortaya çıktığı bir dönemdir. Evrimcilerin Kambriyen dönemi ile ilgili açıklama getiremedikleri çok fazla detay vardır. Ancak, birbirinden farklı yüzlerce, hatta belki daha da çok özelliği içinde barındıran, dev hayvan çeşitliliğine sahip “filum”ların aniden ortaya çıkması, üstelik günümüzdekinden fazla sayıda olması, evrimciler açısından gerçekten de açıklanması imkansız bir durumdur. Fosil kayıtları evrim teorisi açısından bu büyük yıkımı açıkça göstermiştir.
Ünlü Fransız zoolog Pierre Grassé, bu konuda şunları söyler:
Doğa bilimciler unutmamalıdırlar ki, evrim süreci sadece fosil kayıtları aracılığıyla açığa çıkar. Sadece paleontoloji (fosil bilimi) evrim konusunda delil oluşturabilir ve evrimin gelişimini ve mekanizmalarını gösterebilir.43
Paleontolojinin evrim hakkında gösterdiği gerçek, evrimin doğa tarihinde yeri olmadığıdır. Ana canlı grupları, Kambriyen patlamasında yaşama aniden ve kusursuz beden yapılarıyla başlamıştır. Evrimciler yoğun çabalarına rağmen bunlar arasında hiçbir ara form bulamamışlar, paleontoloji bilimi Darwinizm’in çöküşünü getirmiştir. Bu çöküş süreci, 1909 yılında Kanada’da yapılan “sessiz” bir keşifle başlamıştır.
Filum nedir?
Filum, hayvanlar aleminde canlıları sınıflandırmak için kullanılan en büyük kategoridir. En çok bilinen filumlar arasında; omurgalıları da içeren kordata, tüm böcekleri içeren artropoda, tüm kabuklu yumuşak hayvanları içeren molluska sayılabilir. Bu filumların hepsinin kendine has vücut planları vardır. Filumlar da başka birtakım alt gruplara ayrılırlar. Söz konusu hiyerarşik sınıflandırma, büyükten küçüğe doğru şu şekilde belirlenmiştir:
Alem > Filum > Sınıf > Takım > Aile > Cins > Tür

Bir Mucizenin Keşfi: Burgess Shale Faunası

Kambriyen’de ortaya çıkan canlıların arasındaki farklar oldukça büyüktür. Bu farklar bazen öylesine büyüktürler ki, bazı canlılar tek bir türe özeldir. Bunun gibi bir şey daha önce olmamıştır ve bundan sonra da gözlemlenmemiştir.44
Charles Doolittle Walcott, ABD’nin ünlü müzelerinden Smithsonian Institution’da görevli yönetici (1907-1927) ve bir paleontologdu. Kanada’nın Rocky Dağları civarındaki Burgess bölgesinde çalışan demiryolu işçilerinin, çeşitli fosiller bulduğuna dair duyumlar aldı. 1907 yılının Temmuz ayından itibaren konuyu araştırmak için bölgeye ziyaretler gerçekleştirdi ve sözü edilen fosillerden örnekler aramaya başladı. 31 Ağustos 1909 günü, tecrübeli paleontoloğun yine Burgess’te fosil araştırması için bulunduğu günlerden biriydi. Ancak bir farkla: Walcott, başlangıçta sıradan görünen o günkü araştırmasınının kısa bir süre sonra paleontoloji tarihinin en büyük bulgularından birini vereceğinden habersizdi.
O, gökleri ve yeri hak olarak yaratandır. O’nun “ol” dediği gün (her şey) oluverir, O’nun sözü haktır. Sur’a üfürüldüğü gün, mülk O’nundur. O, gaybı ve müşahede edilebileni bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibi olandır, haberdar olandır.
(Enam Suresi, 73)
Burgess’teki kayalar, şist adı verilen kaya tipindeydi ve ince ince tabakalardan meydana geliyordu. Böyle bir kaya üzerindeki tabakalar, kayaya uygun açıdan vuruldukça birbirinin üzerinden kayıyor, barındırdıkları fosil izler gün ışığına çıkıyordu. Walcott, böyle bir Burgess Shale kayasında o gün ilk Kambriyen fosilini ele geçirdi. Detaylı kazılara daha sonra başlamak üzere fosillerin yerini işaretledi. Araştırmalarına yeniden başladığında, paleontolojik değeri adeta bir altın madeni olan bulgular ele geçirmişti.
Walcott, o yıllarda yaptığı incelemelerde, ilk bakışta gizemli görünen bazı yumuşak vücutlu canlıların izlerine rastlamıştı. Bu canlıları tanımaya, onların neden burada olduklarını anlamaya çalıştı. O ana kadarki bilgilere göre, bunların hiçbirinin burada olmaması gerekiyordu. Bulgularının olağanüstü öneme sahip olduklarını fark eden Walcott, örnekleri hemen incelemeye aldı.

Kanada’daki Burgess Shale Faunası
Bu bölge, şaşılacak derecede iyi korunmuş Kambriyen fosilleriyle dolu bir faunaydı. Hayvan fosillerini barındıran en eski fosil katmanları buradaydı ve bu katmanlar müthiş bir çeşitlilik ve komplekslik sergiliyor, yüzmilyonlarca yıl öncesi döneme bir pencere açıyordu. Bulunan fosiller, yumuşak bedenli canlılara ait olmalarına rağmen çok iyi korunmuşlardı. İnce kaya tabakalarının arasındaki fosiller sanki yumuşak dokuların dahi detayını gösteren minyatür birer röntgen filmi gibi duruyorlardı. Walcott, kolsu ayaklılar, solucanlar ve eklem bacaklılar gibi çok çeşitli gruplardan hayvanların fosillerini buldu. Bunlar, birçoğu yumuşak bedenli olan çok sayıda deniz canlısıydı.
Peki ama yüz milyonlarca yıl önce deniz tabanında yaşamış olan canlıların fosilleri Rocky dağlarının deniz seviyesinden yaklaşık 3000 metre yüksekliğinde ne arıyordu? Anlaşılıyordu ki, bu canlıların üzeri, yüzmilyonlarca yıl önce deniz tabanında meydana gelen bir kayma sonucunda kumla örtülmüş, bu tortullu tabaka, sonraki jeolojik hareketlerle yükselerek Rocky dağlarına oturmuştu. Böylelikle en eski kompleks canlıların son derece iyi korunmuş fosillerinin Walcott’un gözlerinin önünde belirmesi mümkün olabilmişti.

Burgess Shale bölgesinde, en eski kompleks canlıların yaklaşık 65.000 kadar örneğini toplayan Charles Doolittle Walcott, tarihin en büyük bilim sahtekarlıklarından bir diğerinin sahibiydi. Bulduğu fosillerin evrim teorisini tümüyle ortadan kaldıracak büyük bir delil olduğunu bildiğinden, bunları tam 70 yıl, müdürü olduğu Smithsonian Müzesinde sakladı. Ancak Kambriyen gerçeği örtbas edilecek gibi değildi. Dünyanın çok çeşitli yerlerinde ortaya çıkan yeni fosiller, Kambriyen döneminde bir canlı patlaması olduğunu açıkça gösteriyordu. 70 yıl sonra ortaya çıkarılan Burgess Shale fosilleri de bu gerçeği en mükemmel şekilde ilan etmişti.
Walcott bölgeyi, yakındaki Burgess dağından esinlenerek Burgess Shale (Burgess Şisti) olarak isimlendirdi ve 1910 – 1917 yılları arasında burada yaklaşık 65.000 fosil örneği topladı.45
Walcott topladığı fosillerin hangi filumlara ait olduğuna baktığında çok şaşırdı. Çünkü bulduğu fosil tabakası çok eskiydi ve bundan daha eski tabakalarda kayda değer bir yaşama rastlanmamıştı; ama bu tabakada bilinen filumların neredeyse tamamına ait canlılar vardı. Dahası hiç bilinmeyen filumlara ait fosiller de bulmuştu. Bu, hayvanlar alemindeki tüm vücut yapılarının, aynı jeolojik devirde, bir arada ortaya çıktıklarını gösteriyordu.

Fosil kayıtları, Walcott gibi sahtekarlar tarafından saklanmaya çalışılsa da, yeryüzü tarihinde hakim olan büyük gerçek, çeşitli delillerle sürekli olarak evrimcilerin karşısına çıkmaktadır:Yaratılış Gerçeği. Fosil kayıtları bu gerçeği sürekli olarak ilan etmekte, Allah’ın kusursuz yaratması sürekli olarak sergilenmektedir. Evrimciler aksini kanıtlamak için ne kadar çaba gösterirlerse göstersinler, Walcott örneğinde olduğu gibi, sahtekarlık yöntemleri daima başarısızlıkla sonuçlanacaktır.
Bu ise Darwin’in teorisi için yıkıcı bir darbe oluşturuyordu. Çünkü Darwin canlıların yavaş yavaş dallanan bir ağacın kolları gibi geliştiğini ileri sürmüştü. Darwin’in kurguladığı evrim ağacına göre, yeryüzünde ilk başta tek bir filum olmalı, sonra uzun zaman dilimleri içinde farklı filumlar yavaş yavaş ortaya çıkmalıydı. Oysa Walcott, tüm filumların aynı anda ve aniden ortaya çıktıklarını gösteren kanıtlarla yüz yüzeydi. Bu, “evrim ağacı”nın tamamen tersine dönmesi anlamına geliyordu. Ağacın en uç dallarını sembolize eden ve türlerin ardından en son oluşması gereken filumlar, canlı tarihinin daha en başında ortaya çıkmışlardı.
Walcott’un bu bulguları kuşkusuz oldukça önemliydi. Ama Darwinizm’e yönelik bu büyük darbenin açığa çıkması için 70 yıl beklemek gerekecekti.
Çünkü Walcott, elde ettiği fosilleri bilim dünyasına açmak yerine, gizlemeye karar verdi. Washington D.C.’deki ünlü Smithsonian Müzesi’nin müdürü olan Walcott koyu bir Darwinistti. Evrim teorisine göre bu denli eski kayalarda nispeten basit yapıda fosillerin bulunması beklenirdi. Oysa bulduğu fosillerin komplekslik açısından günümüzde yaşamakta olan yengeç, denizyıldızı, solucan gibi canlılardan hiçbir farkı yoktu. İşin Darwinistler açısından en endişe verici yanı ise, Burgess Shale’de de, daha eski kayalarda da, bu canlıların atası olabilecek hiçbir fosil örneğinin bulunamamış olmasıydı. Bu açmazlarla karşılaşan Walcott, elde ettiği fosillerin evrim teorisine büyük bir sorun oluşturacağından emin olduğu için, bunları açıklamak yerine, çektiği bazı fotoğrafları, birtakım notlarla birlikte Smithsonian Institution’a yolladı. Fosiller burada yetmiş yıl kadar unutulacakları çekmecelere kilitlendiler. Burgess Shale fosillerinin gün ışığına çıkması, ancak 1985 yılında, müzenin arşivlerinin yeniden incelenmesi sayesinde oldu. İsrailli bilim adamı Gerald Schroeder bu konuda şu yorumu yapar:
Eğer Walcott isteseydi, fosiller üzerinde çalışmak üzere bir ordu dolusu öğrenciyi görevlendirebilirdi. Ama evrim gemisini batırmamayı tercih etti. Bugün Kambriyen devri fosilleri Çin’de, Afrika’da, İngiliz Adaları’nda, İsveç’te ayrıca Grönland’da da bulunmuş durumdadır. (Kambriyen devrindeki) Patlama, dünya çapında yaşanmış bir olaydır. Ama bu olağanüstü patlamanın doğasını tartışmak mümkün olmadan önce, bilgi gizlenmiştir.46
Burgess Shale fosilleri Walcott’un ölümünden on yıllar sonra yeniden incelendi. “Cambridge grubu” olarak anılan ve Harry Blackmore Whittington, Derek Briggs ile Simon Conway Morris’ten meydana gelen uzmanlar ekibi, 1980′lerde fosilleri detaylı bir şekilde analiz ettiler. Ve faunanın Walcott’un belirlediğinden çok daha çeşitli ve sıradışı olduğu sonucuna vardılar. Fosillerin, günümüzde bilinen canlı kategorileri altında sınıflandırılamayacağı yönünde görüş bildirdiler. Canlılar, 542-490 milyon yıl öncesinde süregelmiş Kambriyen döneminde, oldukları gelişmiş ve kompleks halleri ile aniden ortaya çıkmışlardı.
Ortaya çıkan sonuç öylesine beklenmedikti ki, bilim adamları bu ani hareketi bir “patlama” olarak adlandırdılar. “Kambriyen Patlaması”, bilim tarihinin en benzersiz, evrimci bilim adamları için ise en açıklamasız olaylarının başında geliyordu. Kendi döneminde Kambriyen bulgularının farkında olan Darwin bile, bu önemli olaya açıklama getirilemediği sürece, teorisinin geçerliliğinin şüphede olabileceği gerçeğini kabul etmişti.47
Bilim dünyasının, Burgess Shale fosilleriyle gecikmeli tanışması böyle gerçekleşti. Burgess Shale, çok iyi korunmuş fosilleriyle yüz milyonlarca yıl önceki Kambriyen ekosistemlerine açılan bir pencere gibiydi. Bu yüzden bilim adamları arasında giderek artan bir ilginin odağı oldu. 1980′li yıllarda yeni Kambriyen fosil alanlarının ortaya çıkarılması, Kambriyen patlamasına olan merakı daha da artırdı. Yeni paleontolojik bulgular, patlamanın çapının tahmin edilenin çok ötesinde olduğunu gösteriyor, durumu evrimciler adına çok daha vahim bir hale sokuyordu. Walcott’un endişeleri yerini bulmuştu. Kambriyen patlamasıyla ilgili bilgi akışı, Darwinist teori üzerinde bir “asit etkisi” meydana getirmekte gecikmedi. Kambriyen patlamasıyla ilgili anlayış geliştikçe Darwinizm’in temel varsayımlarının çürüklüğü kesin ve net bir şekilde ortaya çıktı.
Kitabın şimdiye kadarki kısmında, Kambriyen öncesi dönemi ve o dönem canlılarını inceledik. Kitabın bundan sonraki kısmında ise, göz kamaştırıcı bir canlı çeşitliliğinin ortaya çıktığı ve sergilendiği Kambriyen dönemi sürecini inceliyor olacağız. Bu amaçla biyolojik çeşitliliğin Kambriyen öncesi ve sonrası dönemlerdeki seyrini ele alacağız. Bu bize canlı kategorilerinin ortaya çıkışı hakkında genel bir fikir verecektir. Daha sonra Kambriyen dönemindeki olağanüstü kompleksliği inceleyecek, bu canlılardaki üstün yapı ve sistemlerin evrimciler için ne denli büyük bir problem oluşturduğuna bakacağız. Komplekslikle ilgili bölümden sonra fosil kayıtlarının ortaya koyduğu tabloyu Darwinizm’in varsayımlarıyla karşılaştıracak, Darwinizm’in neden “yıkıma uğramış” bir teori olduğunu göstereceğiz. Bu noktada, ana beden kategorilerinin (filumların), fosil tabakalarında ortaya çıkışıyla ilgili genel tabloyu 3 maddede özetleyerek başlayabiliriz:
1.   Kambriyen dönemi öncesindeki milyarlarca yıl boyunca yeryüzü sadece tek hücreli organizmalara ve kompleks sistemlere sahip olmayan bazı çok hücrelilere ev sahipliği yapmıştır. Bu canlıların oluşturduğu filum sayısı sadece 3′tür.
2.   Canlılar aleminin birçok filumu, Kambriyen döneminin sadece 5-10 milyon yıllık bir döneminde aniden ve kusursuz beden yapılarıyla ortaya çıkmıştır. Dönemin sonu geldiğinde ortaya çıkmış olan filum sayısı 50′yi bulmuş, canlılar aleminin tüm filumlarının fosil kayıtlarında belirmesi -bir istisna ile- tamamlanmıştır.
3.   Ana beden yapıları açısından Kambriyen dönemi sonrasında fosil kayıtlarına damgasını vuran olgu ‘durağanlık’ olmuştur. Darwinist beklentilerin tam aksine, filum gibi yüksek kategorilerin sayısında artış olmamış, hatta bir kısım filumların soyunun tükenmesiyle bunların sayısında azalma olmuştur. Dolayısıyla Kambriyen devri, ana beden yapısı seviyesinde günümüze oranla daha komplekstir.

Göz Kamaştırıcı Bir Canlı Çeşitliliği: Kambriyen Patlaması

Kambriyen dönemi, kayalıklarında birbirinden çok farklı ve kompleks yapıda çok hücreli organizmalar barındıran en eski jeolojik dönemdir. Bu döneme ait kayalıklar ilk olarak 1835 yılında İngiliz jeolog Adam Sedgwick tarafından Kuzey Galler’de bulunmuştur. Sedgwick, dönemi, Galler’in Latincedeki ismi olan Cambria’dan esinlenerek isimlendirmiştir. Uluslararası Global Stratigrafi Alt Komisyonu’nun 2002 yılında yayınladığı tarihlere göre, Kambriyen döneminin günümüzden 545 milyon yıl önce başlayıp 490 milyon yıl kadar önce sona erdiği kabul edilmektedir. Erken Kambriyen (542-513 milyon yıl önce), Orta Kambriyen (513-501 milyon yıl önce) ve Geç Kambriyen (501-490 milyon yıl önce) olarak üç alt döneme ayrılmaktadır.48
Dönemi doğa tarihi açısından önemli kılan en büyük olay, “Kambriyen patlaması”dır. Bu, Kambriyen öncesi dönemden Kambriyen dönemine geçişte (Erken Kambriyen’de) yaşanan bir patlamadır ve hiçbir ataları olmayan kompleks organizmaların dünya çapında son derece ani bir şekilde ortaya çıkmasını ifade etmektedir. Biyolojik çeşitlilik ve komplekslik açısından Kambriyen öncesi dönemle Kambriyen dönemi arasında öylesine büyük bir farklılık vardır ki, bu olay, canlıların bu ani varoluşunu ifade etmek için bir “patlama” olarak isimlendirilmiştir. Evrimci yazar Richard Monestarsky, literatürde “biyolojik Big Bang” olarak da anılan bu olayı şu sözlerle tarif etmektedir:
Hayvanlar, Kambriyen dönemi 544 milyon yıl önce başlamadan evvel,  kısıtlı hareket sağlayan, oldukça basit bedenlere sahipti. Kambriyen öncesi dönemin kapanışındaki hayvanat bahçesi, denizanaları ve mercanla bağlantılı ve nispeten sıradan, bir dizi canlı sergiliyordu; bunlar arasında en ilgi çekici denebilecekler, deniz tabanında kayarak ilerleme yetenekleriyle diğerlerinden ayrılan solucan benzeri hayvanlardı.
Ancak Kambriyen döneminin başında, yaşam aniden komplekse doğru bir yön aldı. Jeolojik olarak tek bir ‘an’ı temsil eden birkaç milyon yıllık jeolojik zaman dilimi içinde, gelişmiş beden yapılarına sahip canlılar denizleri doldurdu. Kambriyen patlaması adı verilen bu biyolojik patlama, ilk iskelet ve sert kabukları, antenleri, bacakları, eklem ve çeneleri üretti.49

Hayvanlar aleminin tüm anatomik çeşitliliğinin sadece 5 milyon yıllık bir dönemde ortaya çıkmış olması, gerçekten de olağanüstü bir durumdur. Bunu bir kitap benzetmesiyle daha yakından görebiliriz: Eğer 4.6 milyar yıllık yeryüzü tarihini 920 sayfalık kalın bir kitap gibi düşünecek olursak, bu kitabın ilk 814 sayfası neredeyse tamamen boştur. Buna karşın 5 milyon yılı temsil eden tek bir sayfada, “815″ numaralı sayfadaki rengarenk resimlerde bir anda hayvanlar aleminin tüm anatomik zenginliklerinin ortaya çıktığını görürüz. Kitabın sonraki sayfalarında var olan birbirinden çarpıcı güzellikler, bu tek sayfadaki temel beden yapıları üzerine kuruludur. Sonraki tüm sayfaları dolduran göz, bacak, anten vs. gibi tüm organlar ilk kez bu tek sayfada ve kusursuz olarak çizilmiştir. Aşağıdaki grafik, tek bir “an”dan ibaret olan Kambriyen patlamasında ortaya çıkan biyolojik zenginliği gözler önüne sermektedir. (Grafikte yeşille gösterilen bant, yaşamın tüm tarihini, turuncuyla gösterilen dar kısım ise Kambriyen patlamasını temsil etmektedir.)
Kambriyen patlaması, günümüzde var olan 35 filumu içine alan yaklaşık 50 ayrı filumun aniden ortaya çıktığı bir “Big Bang”dir. Bu, son derece önemli bir bilgidir. Çünkü verilen bu bilgi, günümüz canlılarının tüm özelliklerinin hatta soyu tükenmiş daha fazlasının ilk olarak ve oldukça ani bir biçimde, bundan yaklaşık 530 milyon yıl önce ortaya çıktığını ifade eder. Kambriyen döneminden sonrasına ait 14 küçük filumun daha ortaya çıktığı iddia edilmiş, ancak bunlar da sahip oldukları özellikler dikkate alınarak günümüzde var olan 35 filuma dahil edilmiştir. Bunun anlamı şudur: Önceki sayfalarda da belirttiğimiz gibi, Darwinist beklentilerin tam aksine, Kambriyen’den bu yana filum gibi yüksek kategorilerin sayısında artış olmamış, hatta bir kısım filumların soyunun tükenmesiyle bunların sayısında azalma olmuştur. Dolayısıyla Kambriyen devri, filumları belirleyen temel yapılar anlamında günümüze oranla daha komplekstir.
Bilim adamlarının karşı karşıya kaldığı bu sonuç, gerçek anlamda şaşırtıcıdır. Çünkü önceki satırlarda detaylarını anlattığımız gibi, Kambriyen’den biraz öncesinde, yumuşak dokulardan oluşan canlılar yaşamıştır. Bu dönemde canlıların oluşturduğu filum sayısı sadece 3′tür. Biraz daha geriye gittiğimizde ise, yeryüzü üzerinde tek hücreli varlıklardan başka bir şey yoktur. Ancak Kambriyen dönemi, tüm kompleks anatomileriyle, var olan tüm filumları belirleyen mükemmel iç ve dış yapılarıyla yepyeni canlıların aniden belirdiği bir dönemdir.
Science dergisinde yayınlanan 2002 tarihli bir makalede Kambriyen patlaması şu şekilde tanıtılır:
Fosil kayıtlarına göre yeryüzünde yaşam 3.5 milyar yıl önce küçük fotosentetik bakterilerle başladı. 3 milyar yıla yakın süre gezegen, bakteri, plankton ve mikroskobik deniz bitkilerinden daha büyük bir canlıya sahip değildi. Sonra birdenbire, 540 milyon yıl kadar önce, okyanusun karanlık derinliklerinde, çok zengin bir hayvanlar topluluğu var oldu. Uzun dikenli solucanlardan ağızları için yakalama kancaları bulunan beş gözlü yaratıklara kadar, 10 milyon yıllık bir süre için  okyanus zeminini tamamen değiştirdiler. Bunlar hayvanların bilinen tüm büyük gruplarının ilk temsilcileriydiler ve hatta bazıları sonradan yok olacak daha başka gruplara dahildiler.50

Ernst Mayr
Evrimci Ernst Mayr ise, This Is Biology kitabında bu büyük olayı şu şekilde anlatmıştır:
Yaşamın tarihinde, içte bir uyumun gerçek varlığını gösteren pek çok fenomen vardır. Prekambriyen’in sonunda ve Kambriyen’in başında birbirinden farklı yapıların aniden ortaya çıkışı nasıl açıklanabilir? Tamamlanmamış fosil kayıtlarında bile, şu anda var olan 30 ya da daha fazla filumla karşılaştırılınca o dönemdeki 60 ila 80 arası morfotipler ayırt edilebilir. (…) Deneysel olarak, bazıları başarılı olamamış ve nesli tükenmiş olan çok sayıdaki yeni türlerin, modern chordata, echinoderm, arthropod ve daha pek çok canlıyı temsil ettiği ve bunların her geçen gün daha da sabit hale geldiği deneysel olarak söylenebilir. Erken Paleozoikten beri, yeni tek bir büyük vücut planının meydana geldiği görülmemiştir. Sanki orada bulunanlar orada oldukları gibi ‘katılaşmış’, yani birbiriyle bağlantılı sabit bir iç yapı kazanmışlardır.51
Kambriyen döneminde ortaya çıkan yeni türlerin temel anatomik dizaynlar çerçevesinde, çeşitlilik ortaya koymaları gerçeğini, Stephen Jay Gould şu şekilde tarif etmiştir:
Anatomik çeşitliliğin boyutları, çok hücreli hayvanların ilk çeşitliliğinden hemen sonra maksimuma ulaştı. Yaşamın sonraki tarihi, genişlemeyle değil, elemeyle devam etti. Yeryüzü şu anda daha önceleri olduğundan daha fazla tür barındırıyor olabilir ama bunların çoğu birkaç temel anatomik tasarım üzerindeki tekrarlamalardır. (Taksonomistler yarım milyondan fazla kınkanatlı türü tanımlamışlardır ama bunların neredeyse tamamı tek bir temel planın çok az değişmiş fotokopileridir.) Aslında türlerin sayısının zaman içindeki muhtemel artışı bilmece ve paradoksun altını çizmektedir. Burgess denizleriyle karşılaştırıldığında günümüz okyanusları çok daha az sayıda anatomik plan üzerine kurulu çok daha fazla sayıda tür barındırmaktadır.52

Çin’in Chengjang bölgesinde ortaya çıkarılan Kambriyen canlılarındaki çeşitlilik ve özel yapılar oldukça dikkat çekicidir. Bu canlılar, çeşitli bölümlerden oluşmuş bedenlere, özel fonksiyonlara sahip antenlere, avlanma yeteneğine ve oldukça kompleks anatomik yapılara sahiptirler. Yaklaşık yarım milyar yıl önce böyle canlıların yaşamış oldukları gerçeği, evrim teorisini tümüyle ortadan kaldırmaktadır.
Burada Stephen Jay Gould’un bahsini ettiği “eleme” Kambriyen devrinde aniden filumların ortaya çıkması ve bu filumların sayısının zamanla azalmasıdır ki bu, evrim teorisinin, sayısı zamanla artan türlerin filumların da sayısını artıracağı iddiası ile tamamen tezat oluşturmaktadır.
Bu konuyu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: Kara, hava ve deniz taşıtları, insanların ulaşım için kullandığı araçların ana kategorilerini oluşturur. Otomobil, traktör, planör, bot vs. ise bunlar içindeki daha alt kategorilerdir. Bu alt kategorilerin çeşit ve sayısı zaman içinde artmıştır. Ancak bu artış karşısında kara, hava ve deniz taşıtları şeklindeki 3 ana kategorinin sayısı yine de sabit kalmıştır.
Birbirinden oldukça farklı özelliklere sahip salyangozlar, trilobitler, süngerler, solucanlar, denizanaları, denizyıldızları, yüzücü kabuklular, denizzambakları 530 milyon yıl öncesine ait fosil kayıtlarında bedenlerinin büyük bir bölümünün izlerini bırakmışlardır. Bu izler o kadar belirgin ve mükemmeldirler ki, canlıların iç organlarına hatta dolaşım sistemlerine ait kalıntılar olduğu gibi durmakta, yumuşak dokular, canlının yaşam sistemlerini açıkça ortaya çıkaracak şekilde görülebilmektedir. İlginç olan, bu tabakadaki canlıların çoğunda, günümüz canlılarından neredeyse hiçbir farkı olmayan göz, solungaç, dolaşım ve boşaltım sistemi gibi yapıların, ileri fizyolojik özelliklerin bulunmasıdır. Kambriyen kayalıklarında bulunan bu fosiller güçlü iskeletlere, kaslara, yiyeceklerini depo edebilecekleri bölmelere, kabuklara ve yiyeceklerini kesebilecek sert organlara sahip son derece kompleks canlılardır.53 Science News dergisinin yazarlarındanEarth Sciences dergisinin editörü, evrimci Richard Monestarsky, konuyla ilgili olarak şunları söylemektedir:
Yarım milyar yıl önce… Bugün görmekte olduğumuz oldukça kompleks hayvan formları aniden ortaya çıkmışlardır. Bu an, 550 milyon yıl önce, Kambriyen devrin tam başına rastlar ki, denizlerin ve yeryüzünün ilk kompleks yaratıklarla dolması bu patlamayla başlamıştır. Günümüzde Dünya’nın her yanına yayılmış olan omurgasız takımları erken Kambriyen devrinde zaten vardır ve yine bugün olduğu gibi birbirlerinden çok farklıdırlar.54
Darwinizm’in en ateşli savunucularından İngiliz biyolog Richard Dawkins ise, Kambriyen gerçeğini şu şekilde ifade etmek zorunda kalmıştır:
…Kambriyen katmanları, başlıca omurgasız gruplarının çoğunu bulduğumuz en eski katmanlardır. Bunlar, ilk olarak ortaya çıktıkları halleriyle, oldukça evrimleşmiş bir şekildeler. Sanki hiçbir evrim tarihine sahip olmadan, o halde, orada meydana gelmiş gibiler.55
Kambriyen kayalıkları, hayvanlar aleminin temel vücut planının üçte ikilik bir kısmını sergilemektedir. Ancak bu vücut planları o kadar belirgindir ki, omurgasız canlıların mineralleşmiş iskeletleri büyük ölçüde korunmuştur. Arthropod alt filumuna dahil edilen trilobitler, birazdan detaylarını inceleyeceğimiz son derece kompleks canlılardır.
Kabuklu canlılar, sert dokularından dolayı kuşkusuz fosil kayıtlarında daha çok iz bırakırlar. Ancak, Kambriyen canlılarının çok fazla sayıda bulunduğu hem Kanada’daki Burges Shale fosil yataklarında hem de Çin’deki Chengjiang faunasında, sert dokuların yanı sıra mükemmel şekilde korunmuş yumuşak dokuların kalıntıları da bulunmuştur. Hatta Chengjiang’daki fosiller, sadece yumuşak dokulardan oluşan canlıların izlerini bile olduğu gibi sergilemektedir. Chengjiang’da oldukça büyük öneme sahip organlardan göz, bağırsak, mide, sindirim organları, deri, pul, ağız ve sinir sistemi gibi bölgeleri detaylı incelemek mümkün olmuştur.
Kambriyen devri, evrimsel bir geçmiş için delil ve zamana ihtiyaç duyan evrimciler için, son derece yıkıcı bir sonuç getirmiştir. Bu çarpıcı gerçek, kendilerinin de açıkça kabul etmek zorunda kaldıkları gibi evrim teorisinin aleyhinde büyük bir meydan okumadır. Canlılar evrimleşmemiş, yaratılmışlardır. Kambriyen dönemine ait canlılar incelendikçe, evrimin, yaşanmış bir süreç değil, sadece bir aldatmaca olduğu çok açık olarak ortaya çıkmaktadır.

Fosiller İnceleniyor
1980′li yıllarda Burgess Shale’den elde edilen fosillerin, Harry Wittington, Derek Briggs ve Simon Conway Morris tarafından incelemeye alınmasıyla evrimciler, Burgess Shale ile ilgili olarak önemli bir gerçekle karşı karşıya kalmışlardı. 530 milyon yıl önce biyolojik bir patlama gerçekleşmişti ve bunu görmezden gelmenin artık imkanı yoktu.
Yaşam formlarının Kambriyen patlamasında sergilediği yapıları detaylarıyla inceleyen ve Burgess Shale’i konu alan Wonderful Life isimli kitabıyla ödül almış olan Stephen J. Gould, bu önemli keşfin ortaya çıkardığı gerçeği şu şekilde açıklıyordu:
Şunu anlamalıyız ki, zamanın çoğunda hiçbir şey olmamıştır. Bunu anlayamıyoruz çünkü bizim hikayelerimiz bu temayı itiraf etmiyor. Burgess Shale’in bize öğrettiği şudur ki, temel anatomik dizaynların tarihinde, neredeyse her şey, tek bir jeolojik anda meydana gelmiştir ve bundan 500 milyon yıl öncesinde neredeyse hiçbir şey yoktur.56
Simon Conway Morris ise, Burgess Shale “probleminin” evrime getirdiği zorluğu şu şekilde tarif etmişti:
Bazı paleontologlar, Burgess Shale probleminin varlığının, evrim teorisinin önemli bir parçasını yıkması konusunda bir tehdit olduğunu hala tartışıp dururken, nasıl iyimser olabiliriz?57
Evrimci bilim adamları Burgess Shale yataklarına bir açıklama getiremezken, 1980′lerde Burgess Shale’e benzer iki fosil alanı daha keşfedildi: Kuzey Grönland’daki Sirus Passet ve Güney Çin’deki Chengjiang. Kambriyen döneminde yaşamış şaşırtıcı çeşitlilikteki hayvanlar, bu bölgelerde de çok daha detaylı şekilde kendilerini gösteriyorlardı. Özellikle Chengjiang’da ortaya çıkan fosiller o kadar iyi muhafaza edilmişlerdi ki, fosillerin tüm özelliklerini ayırt edebilmek mümkündü. Hatta bu fosil katmanları, ilk omurgalılara bile sahipti.58
Chengjiang’daki fosillerde; sinirler, iç organlar bile açıkça görülebiliyordu. Diğer hiçbir yerde bulunmayan fosil detayları, burada tüm detaylarıyla ortadaydı. Denizanalarına benzer canlıların bedenlerindeki su yolları bile olduğu gibi kalmıştı. Çin’de bulunan bu fosiller ile tespit edilen tür sayısı 100′ü geçmişti ve bunlar, toplam 37 ayrı filumun varlığını gösteriyordu. Diğer bölgelerde bulunan fosillerle birlikte bu sayı 50′yi bulmuştu. Çin’deki Kambriyen kayalıklarını araştıran, San Francisco Biyoloji departmanının başı Dr. Paul Chien’in deyimiyle, “başlangıçta, yani hayvan yaşamının ilk fosillerini bulduğumuz yerde, şu an olduğundan çok daha fazla filum bulunuyordu.”59
Filum ve diğer biyolojik kategorilerin hiçbir ara form olmaksızın, aniden ortaya çıkışı, evrim teorisinin geçersizliğini başlı başına ortaya koyan bir gerçektir. Ancak burada Darwinizm’in geçersizliğinin çok önemli bir belgesi daha vardır: Kambriyen döneminde ana beden yapıları sayıca fazla, tür sayısı ise günümüze kıyasla azdır. Günümüzde ise ana beden yapıları Kambriyen dönemine oranla az, türlerin sayısı ise fazladır. İlerleyen sayfalarda değineceğimiz gibi, bu durum, filumların sayısının zamanla artacağı yönündeki Darwinist iddiayı kesinlikle geçersiz kılmış, türlerin kökeniyle ilgili Darwinist teorinin bir hayalden ibaret olduğunu ortaya koymuştur.
Kambriyen fosilleri üzerine yaptığı araştırmalarla tanınan, Kambriyen patlamasının konu alındığı In the Blink of an
Eye (Bir Göz Kırpmasıyla) kitabının yazarı Oxford Üniversitesi’nden Andrew Parker, bir röportajında Chengjiang’daki çeşitliliği şu şekilde anlatıyordu:
Bunlar, çok fazla filumu ve şu anda nesli tükenmiş olan hayvanların temel gruplarını temsil ediyorlar. Tüm kabuklu sıralamaları, solucanlar ve denizanaları ve hatta ilk omurgalılar, Chengjiang’daki fosillerde ortaya çıkmıştır. Türler arasındaki bütün bu çeşitlilik, zamanın sadece bir anında saklanmışlardır. Böylelikle onları birlikte yaşarlarken görebiliyor, onların nasıl birbirlerini etkilediklerini anlayabiliyoruz. Her birinin sert kabukları olduğunu biliyoruz, hatta ekolojilerini bile tahmin edebiliyoruz. Çünkü bunların tamamı aynı resim içindeler.60
Andrew Parker’ın bu sözlerle üstü kapalı şekilde anlatmaya çalıştığı “evrim açmazını”, Kaliforniya Üniversitesi’nden Darwinist paleontolog James Valentine çok daha açık bir şekilde itiraf ediyordu:
Kambriyen kayalıklarında ortaya çıkan iskeletli filumların pek çoğu, birbirinden farklı pek çok alt grup, sınıf ve düzen tarafından temsil edilirler. Ve bunlar hiçbir bilinen ara geçiş formları olmadan aniden ortaya çıkmışlardır.61

Çin’in Chengjiang bölgesinde bulunan yeni Kambriyen fosilleri, 70 yıl görmezden gelinilen Burgess Shale fosillerini onaylar nitelikteydi. Bulunan yeni fosillerle, Kambriyen’e ait filum sayısı daha da artmış, bu canlıların tüm dünyaya yayılmış oldukları anlaşılmıştı.
Chengjiang’da bulunan fosiller, Kambriyen canlılarının müthiş çeşitliliğini ve Valentine’ın da belirttiği gibi hiçbir ara geçiş canlısı kalıntısı bulunmadığını açıkça onaylamaktaydı. Onbinlerce fosil arasından, evrimcilerin ısrarla bekledikleri, canlıların birbirlerinden evrimleştiğini gösteren tek bir ara geçiş canlısı fosili bulunamamıştı. Çünkü yeryüzünde evrim yaşanmamıştı. Hayali ara geçiş canlılarının bulunması imkansızdı. Chengjiang’daki bulgular büyük önem taşıyordu, çünkü Burgess Shale’de ortaya çıkan mükemmel durumdaki fosiller, daha önce de belirttiğimiz gibi, neredeyse 70 sene görmezden gelinmişti. Dr. Paul Chien, bu konuyla ilgili olarak şunları söylüyordu:
(Chengjiang’da bulunan fosiller karşısında) Bilim adamları gelip şöyle diyebilirlerdi: ‘Evet, bunu daha önce duymuştuk. Bu Burgess Shale’e oldukça benziyor.’ Ama Burgess Shale hikayesinden yıllar boyunca hiç bahsedilmemişti. Burgess Shale ilk olarak 1909 yılında Charles Walcott tarafından bulunmuştu. Acaba neden bu hikaye 1980′lere kadar halka bildirilmedi?
İlk başlarda bunun, onlar için bir problem olduğunu düşündüm. Neler olduğunu anlayamıyorlardı, çünkü şu anki hayvan grupları ve filumlarla hiçbir benzerlik içermeyen bir şeyler bulmuşlardı. Walcott bu grupları, şu an var olanlarla ilişkilendirmeye çalıştı ama çabası hiçbir zaman tatmin edici olmadı.
Bu ilk başlarda oldukça şüpheliydi çünkü başlangıçta şu ankinden çok daha fazla kompleksliğin olduğunu kabul etmeyi reddediyorlardı. Onların gördükleri şey, şu an sahip olduğumuz 38 filuma karşılık 50′den fazla filum idi. (Aslında 50 sayısı ilk başlarda 100 olarak ifade edildi. Ancak daha sonra görüş birliği ile bunun 50′den fazla olmasına karar verildi.) Ancak sorun şu ki, ne yapacaklarını bilmedikleri bir şey görmüşlerdi. Kendilerini güvenilir bir bilimsel konumun içinde bulmuşlardı. Daha sonra, bütün bunların Darwinist beklentilerle aynı olmadığını anlamaya başladıklarında, artık susmaya başladılar.62

Dr. Paul Chien
Dr. Chien’in açıkça bildirdiği şey, evrime meydan okuyan bu olağanüstü keşfin, yaklaşık 70 yıl boyunca evrimci bilim adamları tarafından örtbas edilmeye çalışılmasıdır. Büyük bir sessizlik içinde, hayali evrim tarihinin gerçekleşmemiş olduğunu saklamaya çalışmışlar, paleontoloji tarihinin tartışmasız en büyük buluşunu görünmez hale getirmeye uğraşmışlardır. Ancak fosiller, o kadar büyük bir alana yayılmış ve geride o kadar fazla örnek bırakmışlardır ki, bunların tümünü görünmez kılmak imkansız olacaktır. Aradan geçen yaklaşık yüzyıllık zaman içinde, olayı önemsiz gösterebilmek için ellerinden geleni yapmış, fakat sonunda kaçınılmaz gerçeği kabul etmek zorunda kalmışlardır. Yeryüzünde, evrimcilere göre kompleks canlıların olmaması gereken bir dönemde, günümüz filumlarının ve daha da fazlasının temsilcileri yaşamış, yüzyıllarca varlıklarını sürdürmüş, sonra da bunların bir kısmı ortaya çıkışları kadar ani bir şekilde ortadan kaybolmuşlardır. Geçmişlerine de, kendilerinden sonraki dönemlere de adapte edilebilecek bir evrim yoktur. İşte bu önemli gerçeği gizlemek için evrimci bilim adamlarının söz konusu önemli bulgular konusunda sessiz kalmaları, bu konuda hiçbir detaylı araştırmaya girişmemeleri, savundukları iddianın bilimsel değil, tümüyle sahte temellere oturduğunu bir kez daha belgelemektedir.

Bir Göz Kırpmasıyla

Kambriyen dönemini temsil eden 543-490 milyon yıl öncesi, başlarda, Kambriyen canlılarının ortaya çıktıkları dönem olarak kabul ediliyordu. Ancak fosiller araştırıldıkça, bu canlıların çok daha kısa bir dönem içinde var oldukları anlaşıldı. Bilim adamları, önce Kambriyen canlılarının 70 milyon yıllık bir dönem içinde yaşadıklarını zannettiler. Erken Kambriyen faunalarındaki zirkon minerali üzerinde yapılan tarihlendirmeler, bu patlamanın süresinin yaklaşık 5 milyon, en fazla 10 milyon yıl sürdüğünü kanıtlıyordu.
1995 yılında yayınlanan bir Time makalesinde yapılan bu hesaplama şu şekilde anlatılmıştı:
Zirkon tarihlendirmesinde, bir fosilin yaşı, kristallerindeki uranyum ve kurşunun oransal miktarı ölçülerek hesaplanır. Bu tarihlendirme yöntemi, Kambriyen’in süresini bir süredir yontmaktadır. Örneğin 1990 yılında, dünyanın değişik bölgelerindeki erken Kambriyen alanlarından alınan yeni tarihler, biyolojinin Big Bang’ini 600 milyon yıldan 560 milyon yıla çekti. Artık, Sibirya’dan elde edilen zirkonların kurşun içeriklerine dayandırılan bilgilere göre hemen hemen herkes, Kambriyen’in neredeyse kesinlikle 543 milyon yıl önce başladığına; ve daha da şaşırtıcı bir şekilde biri hariç tüm filumların, ilk 5 ila 10 milyon yıllık sürede ortaya çıktığı konusunda mutabıktır.63

Çin’in Chengjiang Bölgesinde bulunan Kambriyen fosilleri, yaklaşık 530 milyon yıl önce günümüz kompleks canlılarından farksız canlıların yaşadığını açıkça ortaya koymaktadır.
Jeolojik anlamda 5 milyon yıl, adeta bir göz kırpması kadar kısadır. Bu kısa süre, pek çok yönden geçersiz kılınmış hayali evrimin sürecini, tam anlamıyla imkansızlaştırmaktaydı. Bu gerçek, evrimcilerin “açıklanamayan canlı çeşitliliği” sorununa “açıklanamayan süre” sorununu eklemişti.
M.I.T.’den Samuel Bowring, Time dergisine verdiği bir röportajda şunları söylüyordu:
Artık ‘hızlı’nın ne kadar hızlı olduğunu biliyoruz. Benim biyolog arkadaşlarıma sormak istediğim şey ise şu: Kendilerini rahatsız hissetmeleri için evrimin ne kadar hızlı gerçekleşmesi gerekiyor?64
Yaklaşık 50 ayrı filumun, şu an bildiğimiz ve bilmediğimiz canlı çeşitliliğinin hiçbir uyarıcı, hatırlatıcı unsur olmadan, birdenbire ortaya çıkması için bu süre, şaşırtıcı derecede kısa bir süredir.
5 milyon yıl, bir insan hayatı ile kıyaslandığında kuşkusuz uzun bir süredir. Ancak evrimcilerin, canlıların çeşitlenmesi ve kompleks özelliklere kavuşmalarını sağlayacak olan hayali aşamaların gerçekleşmesi için ihtiyaç duyduklarını iddia ettikleri süre, milyonlarca, hatta milyarlarca yıldır. Dünya’nın şu an kabul edilen 4.6 milyarlık yaşı göz önüne alındığında, beş milyon yıl, Dünya’nın 0.001′i kadarlık bir aralığıdır ve bu gerçekten de sadece bir “an”dır.65
Jonathan Wells, bu oldukça kısa süreyi şu şekilde tarif eder:
Kambriyen patlamasını gösteren hayvan fosillerindeki büyük artış yaklaşık 530 milyon yıl öncesine dayanmaktadır ve maksimum 5 ile 10 milyon yıl sürmüştür. 10 milyon yıl insan için uzun bir süredir ama jeolojik açıdan kısadır ve Kambriyen döneminin başından itibaren geçen zamanın %2′sinden daha azına tekabül etmektedir.66
Harvard Üniversitesi’nden Stephen Jay Gould ise bu olağanüstü hızı, şu şekilde tanımlamıştır:
Hızlı, artık bizim düşündüğümüzden daha hızlı. Ve bu, gerçekten şaşılacak derecede ilginç bir durum.67
Gould, Scientific American dergisinde yayınlanan makalesinde ise, evrimcilerin tümünün kabul etmek zorunda kaldıkları beş milyon yıllık Kambriyen gerçeğini şu sözlerle ifade etmiştir:
[Bu konuda] en ihtiyatlı görüş dahi kabul etmektedir ki, (Kambriyen’den) sonraki 500 milyon yıllık fırsatlar dönemi, sadece beş milyon yılda elde edilen Kambriyen kapsamını genişletmemiştir. Kambriyen patlaması yaşamın tarihinde en dikkate değer ve şaşırtıcı olaydır.68
Kambriyen kayalıklarında ortaya çıkan canlıların sahip oldukları kompleks özelliklerin yanı sıra, evrimcilerin, bu canlıların sözde evrim sürecinin uzun aşamalarını yaşayamayacak kadar kısa sürede nasıl var olduklarını da açıklamaları gerekmektedir. Acaba hangi evrimsel aşama, birkaç küçük, çok hücreli canlının yaşadığı ortamda, sert kabukluları, mükemmel gözleri, dolaşım ve sindirim sistemlerini, avları ve avcıları, birbirinden çeşitli ve farklı özelliklere sahip binlerce canlıyı dünyada yaşanan tüm zamanın 0.001′i kadar bir zaman aralığında meydana getirebilmiştir? Bu hayali sürecin nasıl işlediği, imkansızları nasıl başarmış olabileceği bir yana, canlıların bu kısa süre içinde ortaya çıkmaları, evrimin kendi tezi ve iddiaları ile uyumsuzluk göstermektedir. Bu olağanüstü kısa süre, kitabın ilerleyen sayfalarında inceleyeceğimiz gibi, evrimciler tarafından çeşitli şekillerde açıklanmaya çalışılmış, ancak hiçbir açıklama tutarsızlıktan öteye gidememiştir.
Burada şunu hatırlatmakta fayda vardır: Kambriyen canlılarının 5 milyon yıl içinde ortaya çıkışları, 5 milyon yıllık dönem içinde her birinin farklı zamanlarda bir anda yaratılmış olduklarını anlatmaktadır. Canlı tarihinin hiçbir aşamasında gerçekleşmediği gibi, söz konusu 5 milyon yıl içinde de evrim gerçekleşmemiştir. Böylesine kısa bir süre içerisinde meydana çıkan canlı yaşamını tarif ederken, birbirlerinden farklı türdeki canlıların, bu kısa zaman aralığı içinde yeryüzüne yerleştirildikleri kastedilmektedir. Allah, bu canlıları, yalnızca tarihin bu sınırlı dönemi için yaratmış, onları yoktan var etmiş ve dilediği bir anda onları yok etmiştir. Nitekim, Kambriyen filumları dahilinde sonradan ortaya çıkan kategoriler birbirlerinden türeyerek değil, “aniden” ortaya çıkmışlardır. Fosil kayıtları bunu açıkça göstermektedir. Bunlar arasında evrimsel seri göstergesi olabilecek hiçbir fosil kanıt yoktur. Ünlü evrimci paleontolog George G. Simpson ise bu gerçeği şöyle itiraf etmiştir:
Her paleontoloğun bildiği gibi, şu bir gerçektir ki yeni türlerin çoğu, cinsler ve aileler ve aile üzerindeki yaklaşık tüm kategoriler fosil kayıtlarında aniden ortaya çıkar ve bunlara doğru giden, bilinen, kademeli ve tamamen sürekli geçiş serileri yoktur.69
Yeni türler aniden ortaya çıktıkları gibi, yeryüzündeki varlıkları boyunca sahip oldukları karakteristikleri korumuş, hiçbir değişim göstermemişlerdir. Gould, bu sebeple Kambriyen sonrası dönemde “neredeyse hiçbir şey olmadığını” yazmıştır:
Burgess Shale’in bize öğrettiği şudur ki, temel anatomik dizaynların tarihinde, neredeyse her şey, tek bir jeolojik anda meydana gelmiştir ve bundan sonraki 500 milyon yılı biraz aşkın dönemde neredeyse hiçbir şey olmamıştır.”70
Göklerin, yerin ve içlerinde olanların tümünün mülkü Allah’ındır. O, her şeye güç yetirendir. 
(Maide Suresi, 120)
Simpson ve Gould’un bu sözlerle özetlediği  Kambriyen sonrası fosil kaydı, Darwinizm’in kademeli gelişim iddiasıyla temelden çelişen iki gerçek ortaya koymaktadır. Bunlar ani ortaya çıkış ve durağanlıktır. Gould bu iki kavramı şöyle ifade etmiştir:
Fosilleşmiş türlerin çoğunun tarihi, kademeli evrimle çelişen iki farklı özellik ortaya koymaktadır:
1. Durağanlık: Çoğu tür, dünya üzerinde var olduğu süre boyunca hiçbir yönsel değişim göstermez. Fosil kayıtlarında ilk ortaya çıktıkları andaki yapıları ne ise, kayıtlardan yok oldukları andaki yapıları da aynıdır. Morfolojik (şekilsel) değişim genellikle sınırlıdır ve belirli bir yönü yoktur.
2. Aniden ortaya çıkış: Herhangi bir lokal bölgede, bir tür, atalarından kademeli farklılaşmalara uğrayarak aşama aşama ortaya çıkmaz; bir anda ve “tamamen şekillenmiş” olarak belirir.71
Kısacası Kambriyen sonrası dönemde, filum seviyesindeki anatomik çeşitlilikte herhangi bir artış olmamıştır. Daha sonra ortaya çıkan kategoriler, mevcut ana beden yapıları içinde tekrarlamalardan ibaret kalmıştır. Bu yeni kategoriler de, filumlar gibi, aniden ve kusursuz yapılarıyla ortaya çıkmıştır. Ve yeryüzündeki varlıkları boyunca hiçbir evrimsel değişim göstermemiş, milyonlarca yıl boyunca bedensel karakteristiklerini korumuş, durağanlık ortaya koymuşlardır.
Şunu önemle belirtmek gerekir ki, Kambriyen canlılarının tüm çeşitlilik ve kompleksliğiyle dünya çapında, hiçbir evrimsel ata bulunmaksızın, bir “an”da ortaya çıkması, canlıların kökenine dair evrimsel yaklaşımlar için olabilecek en kesin ve net yalanlamadır. Evrimciler, kendi şart koştukları “zaman içinde aşamalı evrimsel gelişim” teorisi ile iddialarını geçersiz kılmışlardır. Kambriyen döneminde ne aşamalı bir gelişim ne de gerektiği kadar uzun bir zaman vardır. Var olan tek şey, gelişmiş ve kompleks halleri ile oldukça kısa bir zaman içinde ortaya çıkmış canlılardır.
Allah, Darwinistlerin kendi iddialarını temelinden yıkacak bir mucize yaratmıştır. Bu, tüm güçleri ile Allah’ın yaratışına karşı açıklama arayanlara ders olacak, onları tamamen açıklamasız bırakacak benzersiz bir mucizedir. Kambriyen kayalıklarında sergilenen şey, olağanüstü bir sanat, bir yaratılış harikasıdır. Kambriyen mucizesi, Yüce Allah’ın kusursuz bir eseri, sonsuz aklının ve gücünün muhteşem bir tecellisidir.
Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah’ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)
41 Stephen Jay Gould, The Book of Life: The Burgess Shale and the Nature of History, W. W. Norton & Company Inc., 2001, s. 52
42 Andrew Parker, In The Blink of an Eye, Perseus Publishing, April 2003, s. 6
43 Pierre P. Grassé, Evolution of Living Organisms, Academic Press, New York, 1977, s. 82
44 http://www.leaderu.com/orgs/probe/docs/ bigbang.html
45 Andrew Parker, In The Blink of an Eye, Perseus Publishing, April 2003, s. 30
46 Gerald Schroeder, “Evolution: Rationality vs. Randomness”, http://www.geraldschroeder.com/evolution.html
47 http://www.learnthebible.org/creation_science_cambrian_explosion_disproves_evolution.htm
48 http://www.palaeos.com/Paleozoic/ Cambrian/Cambrian.htm
49 Richard Monastersky, “The first monsters: long before sharks, Anomalocaris ruled the seas – oldest known large predators”, Science News, 27 Ağustos1994 
50 Richard A. Kerr, “A Trigger for the Cambrian Explosion?”, Science, 298, 22 Kasım 2002, 1547
51 Ernst Mayr, This is Biology “The Science of the Living World”, The Belknap Press of Harvard University Press, 1997, s. 196
52 Stephen Jay Gould, Wonderful Life: The Burgess Shale and the Nature of History, Penguin: Londra, 1991, s. 46-47
53 Stephen Jay Gould, The Book of Life: The Burgess Shale and the Nature of History, W. W. Norton & Company Inc., 2001, s. 51
54 Richard Monestarsky, “Mysteries of the Orient”, Discover, Nisan 1993, s. 40 
55 http://bevets.com/equotesd2.htm – Richard Dawkins, The Blind Watchmaker, London, W. W. Norton, 1986, s. 229
56 http://www.arn.org/docs/abstasis.htm
57 Simon Conway Morris, The Crucible Creation The Burgess Shale and the Rise of Animals, Oxford University Press, 1999, s. 171
58 Dr. Jonathan Wells, “Evrim mi, Mit mi?” Evrimin İkonları, Gelenek Yayıncılık, 2003, s. 48-49
59 http://www.origins.org/articles/chien_explosionoflife.html
60 http://www.abc.net.au/rn/science/ss/stories/s1375551.htm
61 Duane T. Gish, The Evolution: The Fossils Still Say No!, Institude of Creation Research, California, 1985, s. 58
62 http://www.origins.org/articles/chien_explosionoflife.html
63 Nash, J. Madeleine, “When Life Exploded”, Time, 4 Aralık 1995, s. 74. http://www.time.com/time/magazine/archive/1995/951204/cover.html
64 http://www.angelfire.com/tn/tifni/misc/cambrianexplosion.html
65 Walter Starkey, The Cambrian Explosion, Evolution’s Big Bang? Or Darwin’s Dillema?, WLS Publishing, 1999, s. 281
66 Jonathan Wells, Evrim mi, Mit mi? Evrimin İkonları, Gelenek Yayıncılık, 2003, s. 49
67 http://www.leaderu.com/orgs/probe/docs/bigbang.html
68 Stephen Jay Gould, “The Evolution of Life on the Earth”, Scientific American, Ekim 1994, s. 67
69 George G. Simpson, The Major Features of Evolution, s. 360.
70 Stephen Jay Gould, (1988), “A Web of Tales”, Natural History, Ekim 1988, s. 16-23
71 Stephen J. Gould, “Evolution’s Erratic Pace,” Natural History, Sayı 86, No. 5, Mayıs 1977, s.14 – http://members.iinet.net.au/~sejones/fsslrc02.html